Edebiyat söyleşimiz kaldığımız yerden devam ediyor. Elinizin altındaki bir kitap sizi hem kendi çocukluğunuza hem de 19. Yüzyıla götürebilir. Bende şöyle oldu; sararmış sayfalarını araladığım kitap 1981 yılında basılmıştı.

Çevirisi Cemal Süreya’ya aitti. Ortaokulumun karşısındaki mahalle kırtasiyesinden alınmıştı. Kırtasiyeci kitabın iç sayfasına kaşesini basmamış olsaydı bunu hatırlamam mümkün olmazdı. Kaşeyi görünce doğal olarak o okul yıllarına ve o kitap kokulu salaş kırtasiye dükkanına kısa duygusal bir yolculuk yapmış oldum. Sararmış sayfalarına dokunduğum Balzac’ın “Goriot Baba” adlı kitabıydı. Yaklaşık bir hafta önce okuduğum ve aslında size sözünü etmek istediğim kitap ise Balzac’ın “Eugenie Grandet” adlı kitabıydı. Kitabı bitirdikten sonra elimdeki diğer Balzac kitaplarına yeniden dokunasım geldi. Sararmış “Goriot Baba”ya ve yine yaprakları sararmış 1985 baskısı “Vadideki Zambak’a” uzun bir aradan sonra böylelikle dokunmuş oldum. Ve yine böylelikle; “Benim burjuva romanlarım sizin tragedyalarınızdan daha trajiktir” diyen büyük romancı Balzac’a ve bu yazıda adı geçecek olan bütün romancılara da bu yazıyla bir selam yollamış olmayı istedim.

“Eugenie Grandet” kitabı Balzac’ın “İnsanlık Komedyası” başlığı altında tasarlayıp gerçekleştirdiği çok sayıda romandan oluşan o dev yapıtın en çok okunan eserlerinden biridir. Taşra insanlarını ve onların özellikle para ile olan ilişkilerini eşsiz bir gerçeklikle anlatır. Teması; aşk ve cimriliktir. Balzac, bu romanında Grandet Baba’nın büyük servetinin alın teriyle açıklanamayacağını gözler önüne serer. Grandet Baba, büyük Fransız Devrimi sonrasında, dönemin siyasal koşullarından kurnazca yararlanarak, her türlü aldatmacayı kullanarak büyük bir servetin sahibi olmuştur. Büyük servetine rağmen kendisini ve ailesini yoksul bir hayata mahkûm etmiş patolojik bir cimridir. Yaşadıkları taşra kasabasının, dalkavuk ve rekabetçi iki ailesi oğullarını Grandet Baba’nın kızı Eugenie ile evlendirebilmek için gün aşırı Grandet Baba’nın kapısını çalarlar, elbette hayalini kurdukları yalnızca, cimri ve zengin komşularının servetidir. Eugenie babasının aksine cömerttir, iyi kalplidir. Acaba Eugenie’nin tertemiz aşkı ve yüce gönüllülüğü böylesi bir ortamda nelerle karşılaşmıştır? Eugenie’nin hikâyesi nasıl bir sona evrilmiştir? Daha fazla detay vererek henüz kitabı okumamış dostlar için büyüyü bozmuş olmayalım.

Bu roman öylesine sevilmiş, öylesine yaygın bir okur kitlesi bulmuştur ki Balzac, “Eugenie Grandet’in” yazarı olarak anılmaya başlamıştır, kitabının adı kendi adının önüne geçmiştir ve bundan rahatsızlık duymuştur.

Balzac romanlarında tutkulu insanlar vardır. Karakterlerin meseleleri ne olursa olsun, hedeflerine müthiş bir konsantrasyon ile sarılırlar. Amaçlarına ulaşmaya çalışırken vahşi ve acımasız hırsları kendilerine eşlik eder. Gözleri başka bir şey görmez. Balzac, roman kişilerini usta bir detaycılıkla betimler, kişileri asla sıradan değildir, sıradan olanlarla onun işi olmaz. Taşradan bir roman ve roman kişisi yaratacaksa günlerce taşra kasabalarında dolanır, gözlem ve inceleme yapar.

Roman dedik, romancı dedik. Peki “romancı” kime denir? Sözümüzü Stefan Zweig’ın kılavuzluğunda ilerletelim. Zweig’ın “Üç Büyük Usta” adlı bir deneme eseri vardır. Eserde; Balzac, Dickens ve Dostoyevski yer alır, Fransa’nın, İngiltere’nin ve Rusya’nın ustalarıdır onlar. Zweig bu üç ismi “19. Yüzyılın en büyük üç romancısı” olarak kabul eder. Zweig’ın “romancı”dan anladığı nedir? Her roman yazana “romancı” demez Zweig. Ona göre “romancı,” “en yüksek anlamıyla sadece ansiklopedik bir deha, evrensel bir sanatçı ve eserin genişliğiyle içindeki figürlerin zenginliği göz önünde bulundurulduğunda, bir evren yaratan, kendi kişileriyle, kendi yerçekimi kanunlarıyla kendine ait bir dünya kuran ve yanına da kendine ait yıldızlı bir gökyüzü koyan kişidir.”

Zweig, bu üç romancının birbirini tamamladığını ve her birinin kendine ait bir alanı olduğunu, ağırlıklı meseleleri açısından Balzac’ın toplumun, Dickens’ın ailenin, Dostoyevski’nin de bireyin romancısı olduğunu söyler.

Stefan Zweig bir de “Balzac Bir Yaşam Öyküsü” adlı bir biyografi kitabı yazmıştır. Zweig 1939’da Toronto’dan New York’a bir tren yolculuğu sırasında, dostu Roman Rolland’a yazdığı mektupta son büyük eseri “Balzac” hakkında şunları yazar; “Belki de ilk gençlik dönemlerimden bu yana beni meşgul eden büyük bir eser yazmayı denerim. Balzac hakkında kalın bir kitap, bir yaşamöyküsü ve eleştiri. Muhtemelen üç, hatta dört yıl gerektireceğini biliyorum. Ama geriye kalıcı bir şey bırakmak istiyorum, on yıllarca etkisini yitirmeyecek bir eser. Otuz yıldır Balzac okuyorum, hayranlığımdan hiçbir şey kaybetmeden tekrar tekrar okuyorum." Bu eser Zweig’in tamamlayamadığı son noktayı ölümün koyduğu eseri olmuştur. Dostu Richard Friedenthal'in, Zweig'ın ölümünden sonra tamamlayıp ilk kez 1946'da Stockholm'de yayınladığı “Balzac,” adeta bir büyük ustanın bir diğerine saygı duruşudur.

“Yaşamımın öyküsü yapıtımın öyküsüdür” diyen Balzac da Stendhal gibi zaman zaman romantizm sularında gezinse de kişisel deneyim ve gözlemlerini nesnel bir tavırla aktarır. İnsanın aşk, maddi hırslar gibi toplumdan topluma değişmeyen evrensel denilebilecek yönlerini malzeme olarak alır ve her zaman her dönemde geçerli olabilecek bir söylem yaratmayı amaçlar. Balzac okuyucuda gerçeklik duygusu uyandırmak adına aynı karakterleri, farklı eserlerinde farklı işlev ve önem derecelerinde kurgulamıştır. Her ne kadar realist dönem yazarlarından olsa da eserleri kendi yaşamından derin izler taşır. Yaşadığı dönem Napolyon İmparatorluğu dönemidir. Napolyon’un taşradan merkeze uzanan ve başarıyla sonuçlanan iktidar mücadelesi, onun gibi bir taşralı olan Balzac’ı da tesiri altına almıştır. Bu durumu Zweig şöyle ifade eder; “Onun bütün gençlik arzuları yakıcı bir isimde, tek bir düşüncede, tek bir hayalde eriyecekti: Napolyon.” 

Zweig’ın Balzac portresinde bir bölüm ise Balzac’ı muhteşem bir biçimde özetler;

“Olayların kötü karışımından saf öğeyi, sayıların karmaşasından toplamı, gürültü patırtıdan harmoniyi, hayatın çeşitliliğinden özsel olanı elde etmek, bütün dünyayı kendi imbiğinden geçirmek, onu yeniden yaratmak, en raccourci (eksiksiz bir özet) halinde sunmak ve boyunduruk altına aldığı şeye kendi nefesiyle ruh üflemek, kendi elleriyle yönlendirmek: İşte onun hedefi buydu.” 

Henüz bir Balzac eseri okumamış olabilirsiniz. Bir Balzac eseri okumadan önce Zweig’ın “Balzac Bir Yaşam Öyküsü”  adlı kitabını okursanız Balzac’la tanışma heyecanı duyacağınız kesindir. Daha önce Balzac okuduysanız da benim gibi yeniden o kitaplara dokunma isteği duyabilirsiniz.