Bir zamanlar bir derste, bir öğretmen, bir ödev vermişti. “En az bir paragraf uzunluğunda bir yazı yazın, yazıdaki tüm sözcükler aynı harfle başlayacak, harfi kendiniz seçeceksiniz,” demişti.

Daha önce hiç böyle bir ödev almamıştım. Gece çocuklar uyuduktan sonra, o zamanlar çocuklar küçüktü, ödevimi yapmak için oturdum; “B” harfini seçmiştim; Uzun zaman önce, “Birgül” adındaki sevdiğini terk eden Behzat’ın derin pişmanlığını ve affedilme arzusunu “b” harfiyle başlayan sözcüklerle anlatmaya çalışacaktım. Ortaya şöyle bir yazıcık çıkmıştı;

“Bazı baharlar Behzat’ın benliğini, bitmek bilmeyen bir buhrana bırakırdı. Bu bahar da böyleydi. Bataklığa bırakılan bir buketin batışı mıydı bu buhran? Bayramların bittiğini bildiren bir bozgun mu?.

Birgül, bırakılmayı beklemiyordu. Birdenbire bırakılmak; bağrında bıçak bulmaktı. Bahçedeki bütün başakların boynu bükülmüş, bütün begonyalara, begonvillere botlarla basılmıştı. Böyle bir bozgun, böyle bir borandı bu bitiş, bozulmuş berelenmiş bir bahçenin bitişi. Böyle bilmişti bitişi Birgül.

Bugün, Behzat beti benzi bembeyaz bekliyordu. Beyhude beklediğini bile bile bugün de bekleyecekti. Bir “belki”ye bağlanmıştı, belki bugün Birgül, Behzat’ı bağışlayacaktı.

Behzat, berelenmiş bilinciyle bakarkör birine benzediğini biliyordu. Benliğindeki bavula baktı; bitmek bilmeyen burukluklar buldu, bir de bunca badireden biriktirdiği bilgeliği.

Bıkmayacaktı bekleyecekti, belki bugün belki başka bir gün belki de birazdan Birgül, Behzat’ı bağışlayacaktı.”

Türkçemizin güzelliğine küçük bir dokunuş yapabilmek için, yıllar önce yazdığım bu kısa yazıyı sizlerle paylaşmak istedim. Tek bir harfle başlayan sözcükleri kullanarak dahi, bir duyguyu bir düşünceyi ifade edebiliyorsak bu hünerli Türkçemiz sayesindedir. Türkçemizin söz varlığının zenginliği ve anlatma gücü tartışılmazdır.

Bugün 26 Eylül, Mustafa Kemal Atatürk’ün teşvik ve katılımıyla 26 Eylül 1932 tarihinde 1. Türk Dili Kurultayı toplanmış; kurultayın açılış günü olan 26 Eylül’ün “Dil Bayramı” olarak kutlanması kabul edilmiştir. Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere ana dilimiz Türkçe için emek veren herkese şükran borçluyuz çünkü dilimiz ana vatanımızdır. Kökleri milat öncesi asırlara dayanan Türk dilinin Anadolu sahasında filizlenen ve yayılma alanı dikkate alındığında günümüze dek en geniş alanda varlık gösteren kolu Türkiye Türkçesidir.

Son çeyrek yüzyılda, dünya ile birlikte kabuk değiştiren ülkemizde, gelişen teknoloji ve kitle iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla küreselleşme tüm toplumu etkiledi. Bu etkileşimin dilimiz ve insanımız üzerinde etkileri oldu. Anlama, dinleme, istişare ve saygı, maalesef yerini vandalizme bıraktı. Siyaset dili tamamen saldırı, kin ve intikam üzerine. Öyle ki; dil, doğdukları ve etkilendikleri siyasi etkenler yüzünden insanları birbirinden uzaklaştırarak yalnızlaştırır oldu. Dilimiz, fırtınalı denizde direği kırılmış yelkenli gibi. Sevgi ve saygı dilinin hakimiyeti, okuma, birbirini anlayışla ve ilgiyle dinleme ve istişare kültürü ile mümkündür. Gerek inanç yapımız, gerekse kültürümüz bunu yere göğe sığdıramazken bu dağınıklık, bu yozlaşma neden? Dilimizdeki yozlaşmayı, kin ve ayrışmayı bitirdiğimizde, kimliğimizin pencereleri huzura, aydınlığa ve gelişime açılacaktır. Dünya ile birlikte ülkemiz kabuk değiştiriyor, evet ama nasıl? Çok az okuduğumuz için, daha çok kulaktan dolma ile görsel medya kanalları ile iletişim olgusunun içini doldurmaya çalıştığımız için bozuk düzen, sığ, yırtıklı, yamalı bir kabuğa geçiş yapılıyor.

Öte yandan, ülkedeki mülteci istilası da birçok açıdan olduğu gibi dilimiz açısından da tehlikeler barındırıyor. Yakın ve orta vadede özellikle göçmen nüfus yoğunluğunun çok fazla olduğu bölgelerde, bölge ağızlarının bozulma, kirlenme ve yozlaşma yaşaması kaçınılmaz olacaktır. Kültür taşıyıcılığının en etkili ögesi bölgesel ağızlardır. Ağız kullanımı, bölgede günlük yaşamın bir parçası olmakla birlikte o toplumun türkü, ninni, ağıt, mâni, fıkra, bilmece gibi folklorik belleklerinin dile dökülmesinde de temel referanstır. Asırlardır ağızlarda varlığını devam ettiren söz varlığının sosyo-kültürel birikimden kopması ya da kullanım alanının yok olmasıyla dilde önemli kayıplar yaşanabilir.

Emperyalizm kılık değiştirerek çeşitli kanallardan işgalini sürdürüyor, kimi zaman aleni, kimi zaman köstebek misali yer altından ilerleyerek. Dilimiz de uzun zamandır işgal tehdidi altında.

Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu tam bir Türkçe sevdalısıydı. Yabancı dil öğrenmenin bir ihtiyaç olduğunu söylüyor ancak,  ülkede bilimin kendi ana dilinde öğretilmesini savunuyordu. Sinanoğlu bir röportajında; İngilizler ve Amerikalıların tek gayesinin dünyayı sömürgeleştirmek olduğunu savunarak, “Aslında benim en büyük buluşum, İngiliz ve Amerikan numaralarıyla Türkçeyi yok etmek üzere yola çıktıklarını anlamam. Modern dünyada bir ülkeyi sömürge haline getirmek için savaşla, topla uğraşmayacak, dilinden başlayacaksınız.” diyordu.

Dil bayramımız kutlu olsun.