“ ‘Şimdi’ boylu boyunca bir endişe kaynağıdır. Umut, korku, haz ve acı henüz tamamlanmamıştır.” Bir yerde okumuştum bu sözü. Yani, yol henüz bitmemiştir, ne kadar, nasıl süreceği meçhuldür ve bünyemizi ele geçirmek üzere yolun dönemeçlerinde hangi duyguların pusuda beklediğinden henüz haberimiz yoktur.
İçimizi ısıtacak bir yol hikâyesinden bahsedeyim bugün. Charlie Mackesy ‘nin “Çocuk Köstebek Tilki ve At”ının hikâyesinden. Hem çocuklara hem yetişkinlere göredir, sevginin, dostluğun, iyi kalpliliğin ve ‘ev neresidir’ sorusunun yanıtını bulabildiğiniz olağanüstü bir yol hikâyesidir.
Kışın sert geçtiği bir günde evini arayan, orman yakınında ıssız doğada yalnızlık ve boşluk duygusu içinde bir çocukla başlar hikâye. Çocuğun yalnızlık ve boşluk duygusunu hissedersiniz. Korku, umutsuzluk, çaresizlik gibi duygular da yansır ama ifade edilmez. Aslında hikâyedeki ‘kaybolma’ imgesi birçoğumuzun hissettiği varoluşsal kaygılarla ilgilidir. Kendimizi bulunduğumuz yere ait hissetmeme ve açıkça ifade edilmemiş olsa da umutsuzlukla ilgilidir hikâyedeki kayboluş. Çocuk sıcak ve nazik bir ev aramaktadır. Erdem ve güvenin olduğu bir ev. Böyle zamanlarda herkesin ihtiyaç duyacağı cinsten sıcak ve nazik bir yer?
Kitaptan bazı sözleri, kalplerinizi hedef alarak şuracığa bırakayım. “Çok küçüğüm ben” dedi köstebek. “Evet” dedi çocuk “ama çok büyük bir fark yaratıyorsun.” “Çok sevdiğin bir söz var mı” diye sordu çocuk. “Evet” dedi köstebek. “İlkinde başaramazsan biraz pasta ye.” “Sence en büyük zaman kaybı nedir” dedi çocuk. “Kendini başkalarıyla karşılaştırmak” dedi köstebek. “Büyüdüğünde ne olmak istiyorsun?” dedi köstebek. “İyi kalpli” dedi çocuk. “Başarı ne sence” diye sordu çocuk. “Sevmek” dedi köstebek. “Kazığa bağlı olmasaydım seni öldürürdüm” dedi tilki. “O kazıktan kurtulamazsan öleceksin” dedi köstebek. Tilkiyi yakalandığı tuzaktan kurtaran köstebek, tilkiye “en büyük özgürlüklerimizden biri, olaylara verdiğimiz tepkilerdir” dedi. “Söylediğin en cesurca şey neydi” diye sordu çocuk. “Yardım et” dedi at. “En güçlü olduğun zaman ne zamandı” diye sordu çocuk. “Zayıflığımı göstermeye cesaret ettiğim zaman” dedi at. “Yardım istemek pes etmek demek değildir” dedi at. “Pes etmeyi reddetmek demektir.” “Hepiniz ne kadar sıradan olduğumu anlayacaksınız diye endişeleniyorum bazen” dedi çocuk. “Sevilmek için olağanüstü olman gerekmez” dedi köstebek. “Devam edebilmek için hepimizin bir nedene ihtiyacı var, seninkisi ne?” dedi at. “Siz üçünüz” dedi tilki. “Yuvama dönmek” dedi çocuk. “Pasta” dedi köstebek. “Pastadan daha iyi bir şey keşfettim” dedi köstebek, “Sarılmak, etkisi daha uzun sürüyor” dedi köstebek. “İyi kalpliliğin üstüne yok” dedi at. “her şeyin ötesinde durur sessizce” “Bazen, kalkıp devam etmek bile cesurca ve muhteşem” dedi at. Fırtınaya yakalandıklarında “Kötü şeyler üst üste geldiğinde en yakınında sevdiğin ne varsa ona odaklan. Bu fırtına mutlaka dinecek” dedi at.
“Hayatta sizi kıskananlar olabilir. Bunu da dert etmemek gerekir. Kıskançlığın önemli bir bölümü hayranlıktan ileri gelir. Hayat mucizelerle dolu bir şeydir. Umulmadık anda her şey yoluna giriverir.”
Kendimizi kabul, kendimizi sevme, yaşamaya cesaret edebilme, devam edebilme ve bunlarla birlikte güvenli bağlarını oluşturabilme ve nihayetinde evini inşa edebilmeyle sonlanır hikâye.
Kendi yolculuğumuzda ulaşmamız gerekenler sadece bunlardan ibarettir belki de.
Albert Camus; “Bazı durumlarda devam etmek, yalnızca devam edebilmek insanüstü bir şeydir” der. Çoğu zaman, amaçlarımızın ya da sorumluluklarımızın peşinde koştururken yaşamımızı da alelacele bir kağıt mendili cebimize koyar gibi cebimizde taşıyoruz. Yaşamımız yanımızda çok yakınımızda, cebimizin içinde bizimle birlikte koşturuyor. Varlığını duyumsuyoruz da bir türlü elimizi cebimize atamıyoruz. “Dur hele, sana da sıra gelecek elbette” ümidiyle yıllar yitiyor, cepteki kağıt mendil lime lime kullanılamaz hale geliyor. Bazen de cebimizde bile taşıyamıyoruz. Bir yerlerde unuttuğumuz bir şemsiye gibi yitip gidiyor. Oysa neler yapabilirdik o şemsiyeyle. İstersek açardık yağmurda, istemezsek açmaz, sırılsıklam olurduk. Frank Sinatra’nın “Singin’ In The Rain” şarkısını söylediği sahneyi anımsayın. Elinde tuttuğu şemsiye sanki yaşamıdır. Onunla şarkı söyler, dans eder, yere düşürür eğilir alır, devam eder. Amaçlarımızın peşinde yaşamı anlamlı kılmaya çalışırken, çoğu zaman o ‘amaç’ yaşamımızın önüne geçiyor. Hedefe odaklanıp, hedefe giden yolu yaşamayı unutuyoruz.
Bu kitapta da yolda olmanın bir yere varmaktan daha kıymetli olduğunu yeniden hissediyor insan. Aslında, yolda karşılaştığımız insanlar, yolda yakalandığımız olaylar ve fırtınalar, yaşamın, amaçlarımızdan çok öte bambaşka bir deneyim olduğunu sürekli ve yeniden anlatıp duruyor bize.