Gazetecilik zor sanaattır, ateşten gömlektir. Bu gerçeğin basın tarihinde onlarca örneğini görmemiz mümkün. İzmir'de Yunanistan'a karşı ilk kurşunu sıkan Hasan Tahsin'den başlayıp, Abdi İpekçi'ye, Çetin Emeç'e Uğur Mumcu'ya kadar belleğimizde tazeliğini koruyan olaylar var. Bir de, "suya sabuna dokunmadan bulaşık yıkama" çabasında olup, karmaşık ilişkiler içerisine girip, bunun faturasını ödeyenler de var. İdeolojik kampların derin mevzilerinde, kalemini "kişilik suikasti" için kullananlar da...

Biz, bu mesleğin hem çilekeşliğini, hem de güçlüğünü bilerek çıktık bu yola. Hiç bir dönemde "besleme salon gazeteciliği" yapmadığımız için, başımız dik, alnımız açık, dilimiz net bir şekilde yürüdük bugüne kadar. Bu saatten sonra da değişmeye niyetimiz yok.

* * *

Yerel gazetecilik, ulusal basında bu mesleği yürütmekten daha zordur. Gelir kaynaklarınız kısıtlıdır, satışınız sınırlı ve hatta çok zordur. Etkinliğiniz ve saygınlığınız her zaman haberlerinizle doğru orantılı olmaz. Ama siz yine de, hiç bir ulusal gazetenin tek sütunda dahi yer vermek istemeyeceği vatandaşa dokunan haberleri iyi işler, araştırır ve namuslu bir şekilde yayınlarsanız, önce mesleğin namusuna uygun hareket etmiş olmanın hazzını yaşarsınız. Canı sıkılan birkaç "sorumlu" veya "sorumluya yaranmak isteyen"ler dışındakilerin de takdirini kazanırsınız... Tepki de çekersiniz, çünkü fincancı katırlarını ürkütmüş olursunuz.

Dünyanın gelişmiş ülkelerindeki saygın gazetelerin önemli bir bölümü normalde "yerel gazete" olarak başlamıştır yayın hayatına. Kamuoyu oluşturmada da çok etkindir yerel gazeteler.

Bizde ise tam tersi çok çarpık hatta hem gazetecilik, hem de siyasetçi açısından utanç verici bir durum var maalesef.

Geçtiğimiz haftalarda Büyükçekmece Belediye Başkanı Hasan Akgün'ün yaptığı "2016 değerlendirmesi"yle ilgili toplantıyı konu alarak "çarpıklığa" ve "utanç verici durumun" bir bölümüne değinmiştim.

* * *

Kaldığımız yerden devam edelim. Edelim ki, hayatını "yerel gazeteci" olarak sürdüren gerçek gazetecilerin de duygularına tercüman olalım. Onlara da, sıkışıp kaldıkları kulvarda kafalarını kaldırıp bu çarpıklıkla mücadele etme cesareti vermek, mesleğin namusuna da sahip çıkmak olur çünkü. Kafasını biraz kaldıranın, anında ekmeğinin aşının kesildiği bir "yerel gazetecilik sarmalı" var çünkü. Bu arkadaşların, "naylon gazetelerle" ve "çakma gazetecilerle" tek başlarına mücadele etmeleri bugün için imkânsız gibi.

Benim bahse konu ettiğim, Avcılar'dan Silivri'ye kadar uzanan coğrafyada sistem şöyle işliyor:

Belediyelere, basın bültenlerinin yayınlandığı, belediye çalışmalarının başkanları özne yaparak anlatıldığı haberlerin yayınlandığı mevkuteler geliyor. Bunların arasında haftalık, 15 günlük, aylık olanlar da var, "bayramlık" olanlar da...

Bazı belediyelerde başkanlar, bazılarında ise basın danışmanları bu mevkutelerle "abonelik" hakkı tanımış. Haftalık, 15 günlük yayınlanıp, haftalık gibi abone faturası kesenler de yer alıyor aralarında. Bir de, takvimlerde yer alan önemli günlerle ilgili "kutlama" ilanları var. Bu ilanlar da ayrıca fatura ediliyor.

Bir ilçede, ucu yerel yönetime dokunan veya ilçedeki bir olumsuzluğu yansıtan habere yer verdiğinizde ilanlar da kesiliyor, abonelik de...

* * *

Bu çarklar, mevkuteyi çıkaranın belediye başkanı veya basın danışmanlaryla kurduğu ilişkilerle bazen hızlı dönüyor, bazen yavaş. Bir basın danışmanıyla bir yerel gazeteci kadının, ilanla başlayan muhabbetinin "taciz davasına" dönüştüğünü de belirtelim ki, işin ciddiyeti daha net anlaşılsın. Hem ilginç, hem de her iki taraf için utanç verici değil mi?...

"Basın danışmanı" deyip geçmeyin. Belediye başkanına danışmanlık yapmakken görevleri, "gazetecilere ayar vermek" olarak yapanlar da var. Hoşlarına gitmeyen bir haber gördüklerinde, açıklama yapmak, "gerçek yazdığınız gibi değil, aslında böyle" demek yerine haberi yapana sitem etmekle başlıyorlar işe. Ardından muhabbet, ilan ve abonelik hatırlatmasıyla "aba altından sopa göstermeye" dönüşüyor. Ekmek kesileceği için de, mecbur başkanla ve danışmanla iyi geçinmek üzerine kuruluyor gazetecilik...

Hatta bazıları, "Bu belediyeye bir daha giremezsin" diyecek kadar da haddini aşıyor. Babasının çiftliğine, yoldan geçen herhangi birini sokmayacakmış gibi. Haber doğru ama hoşuna gitmemiş oluyor, yalanlayamıyor, "bize çakmışsınız" diye suçlama basitliğine kaçıp efeleniyor.

Bunu bize bile denediler biliyor musunuz? Gazetecilere "üç beş kuruşluk adamlar" diyen bir belediye başkanının "abiden miras" danışmanı, "belediyeye giremezsin" diye tehdit etti muhabirimizi. Bizim işimizin önce sokaklarda, halkın içinde olduğunu hiç hesaplamadan hem de. Şimdilik toyluğuna veriyor ve ona "Bizim bir muhabirimize ayar vermeye kalkmadan önce abinle konuş, her kuşun eti yenmeyeceğini öğren ve çapından büyük laflar etme Karakoçum" diyorum.