Önce şaka sandım. Sonra iktidarın yetkili ağızlarından duyunca, inandım. Savunma sanayi için hizmet vergisi ile de taçlanıyoruz. Kredi kartı ile borçlanma limitiniz yüz bin lirayı geçense de vergi ödeyeceksiniz.

Din, iman, şehadet gibi vatan savunması da milletin yumuşak karnı. Hikmetinden sual olunmaz. Vatana canımız, malımız, her şeyimiz feda. Kimse beceriksizliğin, yanlış politikaların, har vurup harman savurmanın günahını “vatan savunması” maskesinin içine gizlememeli. İlk işim, banka kredi limitimi 99.999 liraya indirmek oldu.

Aşağıya alacağım darbı meseli, bu yıl haziran ayının son günlerinde de yazmıştım. Demiştim ki, herkese sayaç takın. adım vergisi, yatma vergisi, kalkma vergisi, Yeme vergisi, Sesli, sessiz her türlü doğal gereksinimler vergisi, Çimme vergisi, sevişme vergisi, konuşma vergisi, gülmek vergisi, ağlama vergisi, nefes alma vergisi. Allah’tan abdest, namaz, sakal vergisi konuşulmuyor. Yoksa ben ne yapardım?

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek yeni vergiler bulabilmek için çalışıyormuş. Duyarlı vatandaşlarımız yardımcı olmak istiyor ve öneriler sıralıyorlar,

"Ağza düşmek", diye bir deyimimiz var. Sözlüğü baktım. Uzun uzun açıklamışlar: “Bir kişi veya konunun insanlar tarafından sıkça konuşulduğu, dedikoduya konu olduğu veya genel olarak kamuoyunun dikkatini çektiği anlamına gelir. Bu ifade, genellikle olumsuz bir bağlamda kullanılır ve bir kişinin ya da olayın olumsuz yönleriyle halk arasında yaygın olarak tartışıldığını vurgular. Bir kişinin ağza düşmesi, o kişinin itibarını zedeleyebilir ve sosyal çevresindeki insanlar arasında yanlış veya zarar verici bilgilerin yayılmasına neden olabilir.”

Felanın ağzına düşeceğine, lağım çukuruna düş daha iyi!, derler. Biraz daha edepli söyleyen de çıkar: “Bunların ağzına düşeceğine dipsiz kuyuya düş daha iyi.”

Aslında, “Ne tas düşssün ne hamam çınlasın.” Ya da “Ne kervan kalksın ne çan ötsün.” Ama olmuyor. İster, duraksadı, ister kararsız kaldı, ister işkillendi, ister kuşkulandı deyiniz, ikirciklendim. Sonunda yazma cesaretini gösterdim. Bakalım sizler de okuma cesareti gösterecek misiniz?

Yıl 1598... Osmanlı tahtında Padişah III. Mehmet oturuyor. Vezir - i azamı da, sonradan idam edilecek olan Yemişçi Hasan Paşa...
Hazine yine tamtakır. O kadar tamtakır ki, Padişah III. Mehmet, o sırada idam edilmiş olan Tırnakçı Hasan Paşa'nın elbiselerinin satışa çıkarılmasını ve parasının kendine verilmesini istiyor vezir - i azamdan. Ama elbiseler de, fazla bir para etmiyor.
İşte o dönemlere ait bir "vergi" fıkrası:
Vüzera heyeti, yani bugünkü deyimiyle bakanlar kurulu, Hazine'ye para bulmak için ne yapacağını şaşırmış, kendi arasında görüşüp duruyor.
Derken içlerinden biri:
- Piç Mehmet Paşa diye, aklı evvel bir zat vardır, bir de ona soralım, belki o bir çare bulur diyor.
Piç Mehmet Paşa'yı çağırıyorlar Ayak Divanı'na...
Piç Mehmet Paşa:
- Para bulmak kolay, diyor, hemen bir "baca vergisi" salın. Nasıl olsa herkesin evinde bir baca vardır.

Rivayet edilir ki, Piç Mehmet Paşa'nın "baca vergisi alınması" teklifi üzerine, vezir - i azam, şeyhülislama dönüp sormuş:
- Efendi hazretleri, "fiili livata - eşcinsellik" mi daha rezilane bir şeydir, yoksa "fiili zina" mı?
Şeyhülislam:
- Efendim, demiş, "fiili zina" ne de olsa tabiata uygun bir rezilliktir. O nedenle de "fiili livata", "fiili zina"dan daha rezilane bir şeydir.
Vezir - i azam:
- Yok demiş, "fiili zina", "fiili livata"dan daha korkunç bir rezilliktir. "Fiili livata"dan bir şey doğmaz. Ama "fiili zina"dan böyle bir piç çıkar ortaya, ümmet - i Muhammedin başına bela olur.

Vakti zamanında Bayburt köylerini titreten bir tahsildar varmış. Hangi köye gitse, köylü usulen sorarmış:

“Yemek olarak ne emredersin Bey?” Tahsildar hep aynı yanıtı verirmiş:

“Masrafa gerek yok. Tasarruflu olalım. Bana bir kazan pilav ile bir kötü kuzu yeter!”