Türk edebiyatında eski-yeni kavgası, Muallim Nâcî ile daha bilinçli döneme girmişti.  Naci, Servet-i Fünûn’un doğuşunu hazırlayan, gereğinden fazla Fransızlaşmaya karşı, yeni edebiyatçıları aşırılıktan kaçınmaya, daha ılımlı olmaya çağırıyordu. Naci’nin bu tavrı, aşırı tutucuları sevindirmiş, onu, yalnız eski şiirin taraftarı sanmışlardı. Aşırı yenilik taraftarları da Recâî-zâde’nin çevresinde,  bütün hücumlarını Naci’ye yöneltmişlerdi.

Recâî-zâde ile kavgaya ulaşan tartışmaları, eski-yeni çekişmesi perdesinin gerisinde kişisel kırgınlıklardan ileri geliyordu. Ona yöneltilen ağır hücumlar, daha sonra gelen nesli de etkiledi.

Günümüz insanının olgunluk yaşı dahi saymadığı, kırk üç yıllık bir ömürde, ellinin üzerinde eser veren Naci, karşıtları kadar yaşamış olsaydı, neler yapacak, neler yazacaktı? Dünya görüşü hangi yönde olacaktı?

Kuşkusuz, Naci karşıtı Tanzimat edebiyatçıları da, değerli kişilerdi. Ancak, Tanzimat dönemi edebiyatçıları içinde, Naci, bizden olan bir yazar-şairdi. Zevkiyle, söyleyişiyle, ele alıp işlediği konularla yerliydi.

Muallim Naci, 13 Nisan 1893 gününe bağlanan gece öldü. Ahmet Midhat’ın oğlu, Dr. Kâmil Bey, anılarında kayınbiraderinin ölümünü anlatmıştı. Ahmet Mithat’ın bir rüya üzerine Fatih’e Muallim Naci’yi ziyarete gitmişti. Bu ziyaret sırasında Muallim Naci kalp krizi geçirmişti.

Dr. Kâmil Bey anısının sonunda şöyle yazmıştı: “…  Bir aralık eniştem odasına çıkmak istedi. Çıktı ve orada bir hayli gecikti. Bunun üzerine babam, onu çağırmak üzere, beni yukarı gönderdi.

Ben yukarı çıkıp odasına girdim. Eniştem karyolasına uzanmıştı. Sağ eli alnındaydı. Uyuyor gibiydi. Ben evvelâ hafifçe:

-“Enişte kalkınız, babam sizi bekliyor!..” diye seslendim. Cevap alamayınca sokularak dürttüm. Fakat ona dokunmamla tüylerimin ürpermesi bir oldu. Çünkü ebedî uykusuna dalmış bulunan zavallı eniştemin vücudu katılaşmış, hatta soğumaya bile başlamıştı!

Babam bu haberi alınca delirir gibi oldu. Sonra düşüp bayıldı. Korkunç rüyası ne acı bir şekilde çıkmıştı. Ben zor ayılttığım zavallı babamın, boğula boğula, hıçkıra hıçkıra ağladığını hayatımda ilk ve son def’a o akşam gördüm....

 Ahmet Midhat iki gün sonra Ahmet Rasim’e ağlayarak şöyle demişti:

“Rasim ne kaybettik biliyor musun? Hazine desem yanında tamtakır kalır. Dün ve bugün kendimde değilim.”  bu sözler üzerine  Ahmet Rasim de ağlamıştı.

Naci’nin ölümü üzerine, birçok şâir ve yazar tarih düşürdü. Bunlar arasında Ahmet Rasim, Ali Ekrem ve Salâhî sayılabilir. Ali Ekrem’in Naci’nin ölümünden sonra söylediği kıta şöyleydi:

Yine bir kevkeb ufûl eyleyerek

Oldu muzlim edebin minhâcı

Geldi bir devre-i mâtem şi’re

İrtihâl etti Muallim Nâcî.

Mullim Nâcî’nin mezar taşına da kendisine ait olan şu beyit yazılmıştı:

Hak-perestim arz-ı ihlâs ettiğim dergâh bir

Bir nefes tevhîdden ayrılmadım Allah bir.

 

Muallim Nâcî geride, şurada burada dağınık kalmışların dışında 440 şiir bırakmıştı. Küçüklü büyüklü kitaplarının sayısı ise 50’ye ulaşmıştı.

Ne yazık ki gerilikle itham edilen Naci, Divan şiirini, olduğu gibi kabul etmemiş, onun en iyi yönlerini, yoğun anlatım şeklini ve ahengini almıştı. Eski dili red konusunda da Naci, Tanzimatçılardan ilerdeydi. Kaldı ki işlediği konularda da Batı’dan aldığı çok şey vardı. “Köylü Kızların Türküsü” Naci’nin yapmak istediklerini anlatan çok güzel bir örnekti:

“Tepeden nasıl iniyor bakın

Şu kızın nişanlısı şanlıdır

Yaradan nazardan esirgesin

Koca dağ gibi delikanlıdır...”

 Divan Edebiyatında köylü kızlarının duygusu şiir olmamıştı. Hiç bir Tanzimat şairi de hâlka bu kadar yakın bir anlatım kullanmamıştı.  Batılı şairlerden aldığı konuları, kendi anlatım biçimiyle yazan Naci, Halk dilini zevkle kullanma,  içerik ve anlatım  biçimi açılarından Köylü Kızların Türküsü yeni bir şiirdi.

 Muallim Naci’nin, sadeliğine rağmen, kuvvetli bir aruz bilgi ve yeteneği vardı.