Bu gün ölümünün 66. Yıldönümünde andığım Yahya Kemal’i kendi döneminde eleştirenlerin birçoğu onun yeteneğini, bilgisini, içtenliğini kabul ederken, geçmişte kaldığını düşünerek bu yönünü eleştirirlerdi. Ziya Gökalp onun Osmanlı tarih ve kültürüne düşkünlüğünü îmâ ederek şöyle eleştirmişti:
“Harâbîsin harâbâtî değilsin,
Gözün mazîdedir âtî değilsin!”
Bu eleştiriye Yahya Kemal’in şöyle cevap vermişti:
“Ne harâbî ne harâbâtîyim,
Kökü mazîde olan âtîyim!”
Ziya Gökalp’in sözlerine doğaçlama verdiği cevap bizlere büyük şairin köklerini mâzînin engin derinliklerine salarak (âtîye) geleceğe değerli düşünceler ve özlemler aktardığını göstermekteydi.
Yahya Kemal, 1884 yılında Üsküp'te doğdu. Asıl adı Ahmed Agâh'tı. İstanbul Vefa Lisesi’nden mezun oldu. Başlangıçta Sultan II. Abdülhamit yönetimine karşı muhaliflerin safında yer alarak Paris'e kaçtı. Dokuz yıl kaldı. Fransız edebiyatını ve edebiyatçılarını yakından tanıma imkânı buldu. Onlardan etkilendi. Bir ara Nev-Yunanî bir şiirin peşine düştü. Divan şiiri üzerinde yoğunlaştı. 1913 yılında İstanbul'a döndü. Darüşşafaka, Medresetü'l-Vâizin ve Darülfünûn'da Tarih ve Edebiyat dersleri okuttu. Gazete ve dergilerde yazılar yazdı. Lozan Konferansı'na katıldı. 1923'te Urfa milletvekili seçildi. Çeşitli ülkelerde diplomatik görevler alarak Türkiye'yi temsil etti. Yozgat, Tekirdağ ve İstanbul milletvekilliği yaptı. Pakistan büyükelçiliği görevinde iken emekli oldu (1949) ve yurda döndü. Tedavi için Paris'e gitti. 1 Kasım 1958'de yaşamını yitirdi. Esernleri şunlardı:
Kendi Gök Kubbemiz (1961), Eski Şiirin Rüzgârıyla (1962), Rubailer ve Hayyam Rubailerini Türkçe Söyleyiş (1963), Bitmemiş Şiirler.
Rahmet ve saygıyla anarken, ondan bir şiir aktaracağım:
RİNDLERİN AKŞAMI
Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç
Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç
Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile
Avunmak istemeyiz öyle bir teselliyle
Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan
Ve arkasından güneş doğmayan büyük kapıdan
Geçince başlayacak bitmeyen sükunlu gece
Guruba karşı bu son bahçelerde, keyfince
Ya şevk içinde harap ol, ya aşk içinde gönül
Ya lale açmalıdır göğsümüzde yahut gül
Yahya Kemal Atatürk’ün dil devrimine mesafeli durmuş, kurultaya katılmamıştı. O günler Atatürk, yine bir meclis topladı. Mecliste Atatürk’ün çok yakınında yer verilen şair Yahya Kemal’e büyük kumandan şiirlerinin birini okuması ricasında bulundu. Bunun sebebini hemen sezen Yahya Kemal, o mecliste Ses gibi, Açık Deniz gibi yeni şiirleriyle bir kaç gazelini okudu. Şiirleri büyük bir zevkle dinleyen Atatürk, meclistekilere:
-Beyler! İşte hakiki ve güzel Türkçe budur! dedi ve aynı büyüklükle ilâve etti:
-Yahya Kemal Bey!... Hatırlıyor musunuz? Sizi dil çalışmalarına dâvet ettiğim zaman, bana: “Benim dilde ilmim değil, sadece vehmim vardır, müsaade edin, ben bu vehimle baş başa kalayım, demiştiniz. Şimdi hep birlikte anlıyoruz ki dil davasında siz haklı çıktınız.
Yahya Kemal, derhâl, bir incelikle doğruldu, eğildi ceketini düğmeledi ve:
- Paşam! dedi. Size karşı haklı çıkmak, çok tehlikeli değil mi?
Mustafa Kemal Paşa, bu sözdeki nükte’yi ve bu sözdeki ince vehmi, tabii çok iyi anlamıştı:
- Hayır, aslaa! diye çok samimi konuştu. Çünkü, bu aynı zamanda bizim millete ve tarihe karşı haklı çıkmamız demektir, sizin o zamanki vehminiz, bizi bugün mes’ûd ediyor.
Sonra yanındakilere döndü:
-Görüyorsunuz ya, Beyler, dedi, Yahya Kemal Bey’in vehmi sizin ilminizi mağlûp etti!..”
Atatürk’ün bu cümlesi tam bir Atatürk nüktesiydi: Cümlede vehim mi ilmin, ilim mi vehmin yerinde kullanılmıştı? Bunu ancak dinleyenlerin akılları anlayacaktı.