Dokuz yüz yıl önce, Selçuklu Sultanı Nureddin Zengi’nin Şam’da yaptırdığı, kendi adıyla anılan hastanede, tedavi amacıyla musikiden yararlanıldı. Musiki ile tedavi, yüzyıllarca Sivas, Kayseri, Amasya, Manisa, Bursa, İstanbul Fatih Külliyesi ve Edirne şifahanelerinde yapılmıştı. Yüz yıl öncesine kadar bu uygulama sürmekteydi.

 Evliya Çelebi seyahatnamesinde şu satırları okuyabilirsiniz: “Merhum ve mağfur Bayezid Veli ... Vakıfnamesinde hastalara deva, dertlilere şifa, divanelerin ruhuna gıda ve def’i sevda olmak üzere on adet hanende ve sazende gulam tahsis etmiştir ki, üçü hanende biri neyzen, biri kemani, biri musikari, biri santuri, biri udi olup, haftada üç kere gelerek hastalara ve delilere musiki faslı verirler...”

Büyük tıp bilginlerimizden İbn-i Sina  musikinin tıpta oynadığı rolü şöyle yazıyor: “...tedavinin en iyi yollarından, en etkililerinden biri, hastanın akli ve ruhi güçlerini arttırmak, ona hastalıkla daha iyi mücadele için cesaret vermek, ona en iyi musikiyi dinletmek , onu sevdiği insanlarla bir araya getirmektir...”

Yine Dokuzuncu Yüzyıl  Türk bilginlerinden Ebu Bekir Razi, “... melankolik hasta kesinlikle meşguliyetle tedavi edilmelidir. ... Mümkünse huyunu, ahlakını, davranışlarını beğendiği ve sevdiği kimse ile buluşup görüşmeli özellikle güzel sesle okunan şarkılar dinlemelidir,” diye yazmış.

Bin yıl önce, büyük Türk Bilgini Farabi, musiki makamlarının tedavideki yerini anlatmış. Günümüz Türkçe’siyle şöyle özetleyebilirim: Rast makamı insana neşe ve huzur verir. Rehavi makamı, sonsuzluk düşüncesi aşılar. Küçek makam, duyarlı kılar. Büzürk makamı; çekinme, sakınma duygusu kazandırır. İsfahan makamında hareket yeteneği ve güven duygusu vardır. Neva makamı, kalp, gönül, iç sıkıntılarını dağıtır. İnsanın içini tatlandırır. Uşşak makamı gönlü rahatlatır, güldürür. Zirgüle makamı dinginleştirir, uyutur, düşlere daldırır. Saba ve buselik  makamı güçlülük, yiğitlik, korkusuzluk duyguları verir. Hüseyni makamı onurluluk, durgunluk ve rahatlığa sürükler. Hicaz makamı alçak gönüllülük kazandırır.

Bilginlerimiz hangi makamın ne zaman dinlenirse daha etkili olabileceğini de araştırmışlar. Örneğin, rast ve rehavi makamları, seher zamanları; hüseyni makamı, sabahları; ırak makamı  kuşlukta; nihavend makamı, öğle; hicaz makamı, iki ezan arası; buselik makamı, ikindi; uşşak makamı, gün batarken; zengüle makamı, gurubdan sonra; muhalif makamları, yatsıdan sonra; rast makamı, gece yarısı; zirefkend makamı, gece yarısından sonra daha etkiliymiş. Bilginler topluluğu rast, yöneticiler komutanlar ısfahan, dervişler hicaz ve sufiler rehavi makamlarından hoşlanırmış.

Günümüz tıbbında önemli yeri olan psikoterapi; algıyı, duyguyu, entelektüel ve davranış değişmeleri bilinç altından, bilinç üstüne çıkarır. Telkin temeline dayanır. Uzmanlar, kendi kendimize yapabileceğimiz telkinlerin başarısının, düşünebilme ve hayal edebilme gücümüz ile orantılı olduğunu, ileri sürüyor.

Şarkılar, aşkı, tutkuyu, ölümü, ayrılığı, hasreti, yalnızlığı, ihaneti, zulmü; hasılı  insana ilişkin aklınıza gelen her tür duyguyu anlatıyorlar. Dinleyenleri zaman ötesine götürebiliyor, bilinçlerde   gidip- gelmeler yaşatıyor.

Şimdi kendinize bir iyilik yapın.  Birkaç dakika için dışarıda akıp giden hayatı bir kenara bırakın. Gözlerinizi kapatın ve güzel bir şarkı dinleyin. Bu şarkının çağrıştırdığı bir öykünün içine kendinizi bırakın.

Hiç kuşkunuz olmasın ki, şair de, bestekâr da, yorumlayan da benliklerinden bir şeyleri şarkılara katarlar. Onun için şarkılarda güzelliklerden oluşan bir  ruhu vardır. “Musiki ruhun gıdasıdır” sözünün gerekçesi budur.

Türlü ön yargıların tutsağı olmamızın bir nedeni de, ruhumuzun gıdası şarkılara ve duygulara yabancı kalmamız değil mi?  Hayattan hiçbir şekilde tat alamadığımızdan yakınmak yerine, şarkılardan kendimize bir öykü biçip biçmediğimizi sorgulamamız gerekmez mi?