Demişti ki: “Bakma fakirmişim, kimsesizmişim; / - Akşam üstüne doğru, kış vakti - Benim de sevdalar geçti başımdan. / Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış; / Zamanla anlıyor insan dünyayı.  // Ölürüz diye mi üzülüyoruz?  / Ne ettik, ne gördük şu fani dünyada  / Kötülükten gayri? // Ölünce kirlerimizden temizlenir, / Ölünce biz de iyi adam oluruz; / Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış,  Hepsini unuturuz….”

Orhan Veli böyle demişti: “"Ölünce biz de iyi adam oluruz." Ölmeden de iyi insandı. Keşke herkes de böyle bilseydi.

Atatürk’ün sevdiği ve Safiye Ayla’ya öğrettiği Tatyos Efendi’nin şarkısı “mani oluyor halimi takrire hicabım,” diye başlıyordu. Yani “utancım halimi anlatmaya engel oluyor," demek istiyordu. Çoğunuz bu duyguları yaşamışsınızdır. Yaklaşırsınız, yaklaşırsınız, başınız öne eğilir, diliniz lal olur, anlatamazsınız Orhan Veli gibi: 

Anlatamıyorum

 “Ağlasam sesimi duyar mısınız,

Mısralarımda;

Dokunabilir misiniz,

Göz yaşlarıma, ellerinizle?

 

Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,

Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu

Bu derde düşmeden önce.

 

Bir yer var, biliyorum;

Her şeyi söylemek mümkün;

Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;

Anlatamıyorum.”

 Türk şiirinde Garip akımının kurucusu şair Orhan Veli Kanık, 14 Kasım 1950'de hayata veda etti.

 13 Nisan 1914'te İstanbul'da doğdu. Galatasaray Lisesi'nde başladığı öğrenimini Ankara'da sürdürdü, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'ne devam etti (1932-36). Ankara PTT Genel Müdürlüğü'nde memur olarak görev yaptı.

 Askerlik görevini tamamladıktan sonra MEB Tercüme Bürosu'nda çalışmaya başladı. Daha sonra 'kurumda anti-demokratik bir hava esmeye başladığını' söyleyerek görevinden istifa etti.

1947 yılından itibaren çeviriye ağırlık veren Orhan Veli, Mehmet Ali Aybar'ın çıkardığı 'Hür' ve 'Zincirli Hürriyet' adlı gazetelerde eleştiriler, 'Ulus'ta 'Yolcu Notları' başlıklı yazılar yayımladı.

 1941'de liseden arkadaşları Oktay Rifat ve Melih Cevdet Anday ile birlikte 'Garip' adlı şiir kitabını çıkararak Türk şiirinde yenileşme hareketini başlattı. İşte Cımbızlı şiiri:

“Ne atom bombası / Ne Londra Konferansı / Bir elinde cımbız, /  Bir elinde ayna; /  Umurunda mı dünya!”

Orhan Veli, Melih Cevdet Anday ve Oktay Rifat'ın Türk şiirine getirdiği yeni soluk, ilk etapta eski usulü savunan şairler tarafından büyük bir tepkiyle karşılanmıştı. Bu şairlerden biri de Yusuf Ziya Ortaç'tı. Ortaç'ın 'Akbaba' dergisinde Garip akımına yönelik yazdığı yazıya Orhan Veli'nin verdiği 'El Cevap' unutulmazdır...

 "Vezin gitti, kafiye gitti, mana gitti. Türk şiirinin berceste mısraı diye 'Yazık Oldu Süleyman Efendi’ye' rezaletini alkışladılar. Sanatın darülacezesiyle tımarhanesi el ele verdi, birkaç mecmuanın sahifesinde saltanat kurdular. Ey Türk gençliği! Sizi bu hayasızların suratına tükürmeye davet ediyorum..."

 Yusuf Ziya Ortaç, 28 Mart 1940, Akbaba

 El Cevap

 "Edebiyat tarihinde her yeni cereyan şiire yeni bir hudut getirdi. Bu hududu azami derecede genişletmek, daha doğrusu, şiiri huduttan kurtarmak bize nasip oldu...

 Oktay Rifat, bir mektubunda bu fikri mektep mefhumu üzerinde izaha çalışıyor. Diyor ki: "Mektep fikri; zaman içinde bir fasılayı, bir duruşu temsil ediyor. Sürat ve harekete mugayir. Hayatın akışına uyan, dialectique zihniyete aykırı düşmeyen cereyan sadece mektepsizlik cereyanı."

 Fakat hudutsuzluk yahut mektepsizlik vasfı şiirde tek başına, ayrı bir şekilde bulunabilir mi? Şüphesiz hayır. Bu vasfın insana birçok yeni sahalar keşfettireceğini, şiiri birçok ganimetlerle zenginleştireceğini tabii addetmeli. Bizim, kendi hesabımıza, bu hudut genişletme işinde ele geçirdiğimiz ganimetlerin başlıcaları arasında saflıkla basitlik var. Şiirlik güzeli bunlardan çıkarma arzusu, bizi şiirin en büyük hazinesi olan, insan hayatının bütün safhalarında kurcalayan bir alemle yakından temasa sevk ediyor..." ( Orhan Veli)

Yarınki yazımda Orhan Veli’nin İstanbul’a dönüşünden söz edeceğim.