Önceki günkü yazımda, İhlâsî’nin “Meyri” ve “Eyvallah” adlı kitaplarına değindim. Dün, Dr. Öğretim Üyesi Doğan Kaya’nın genişletilmiş ikinci baskısı yapılan “Tür ve Şekil Penceresinden İhlasi’nin Şiirleri” adlı kitabından söz ettim.

Bugün, Prof. Dr. Abdülkadir Kemiksiz’in “Umman İçinde İhlasîce Şiirler” adını verdiği seçki niteliğini taşıyan kitabı anlatacağım. Prof. Kemiksiz, İhlasi’nin şiirlerini incelemek yerine, bir kitap sayfası hacminde “Sunuş” yazısı yazmayı tercih etmiş. Yüksek Lisans öğrencisi Yusuf Makine’nin bir araya getirdiği şiirler, seçkiye vücut vermiş. “Kitapta yer alan şiirlerin araştırmacılar içi kaynak, “âşık edebiyatının şiir sahasında eser veren şairler örnek olmasını amaçlamış.

Öncelikle, kitapta yer alan şiirler için,  İhlâsî’nin sağlam teknikle, türlü sanatlarla yoğrulmuş şiirsel muhtevalı yolculuğunu sürdürdüğünün kanıtı diyebiliriz.   İhlâsîce Şiirler içinde hemen her edebi türe örnek gösterebileceğimiz şiirler yer alıyor:

 “Gönlüm de gül ettim sakladım seni

 Gözlerin aklımdan çıkmasın diye

 Aklıma düştükçe kokladım seni

 Benden başkasına kokmasın diye …”

 Bu dörtlük ve şirin diğer dörtlüklerinde güzel bir neden bulma görürsünüz ki, bu “Hüsn-i Talil” dir. Hüsn-i talil herhangi bir olayın meydana gelişini gerçek sebebi dışında güzel ve hayali bir sebebe bağlama sanatına verilen addır.

İhlâsî’nin pek çok şiirinde tenasüp sanatı örekleri bulabilirsiniz. İlçesi Kangal’ı anlatırken şöyle diyor:

Yine bahar gelmiş bizim ellere

 Nevruzdur çiğdemdir gülü Kangalın

 Özlem duydum bir değil ki Bin kere

 Kekik çiçeğinden balı kangalın….”

Birbirine uygun, birbiriyle ilişkili sözcüklerin bir arada kullanıldığını görüyoruz. Halk edebiyatında bu söz sanatının adı tenasüptür. Bahar, Nevruz, Çiğdem, Gül, Kekik Çiçeği, bunlar birbiriyle ilişkili sözlerdir.

“Yine bahar geldi, bülbül sesinden / Sada verip seslendi mi yaylalar / Çevre yanın lale sümbül bürümüş / Gelin olup süslendin mi yaylalar…”

Bu dörtlükte kullanılan “bülbül, sada, seslenme”, “bahar, bülbül, lale, sümbül, gelin olma süslenme” sözcükleri anlamca birbiriyle ilgili olduğundan tenasüp sanatı yapılmıştır, diyebiliriz. 

Genellikle mısra başlarındaki kelimelerin ilk harflerinin alt alta elif’den ye’ye kadar alfabetik tarzda devam etmesi ile meydana gelen şiire elifname diyoruz. Elifnameler divan ve halk edebiyatımızın ortak ürünleri arasında yer alırlar. Dini-tasavvufi olduğu gibi din dışı konuları da içerebilir.

Allah sevgisiyle harf sembolüne dayanarak yazılan elifnameden sonra insan ömrünü anlatan yaşnamenin verilmesi Allah-Kul bağlamında değerlendirilirdi. Bir başka anlatımla elifnameye Allah’ın, yaşnameye insanın sembolü diyebiliriz.

İhlâsîce Şiirler içinde yer alan bir “elifname”den bir kıta aktarabilirim:

“Elif başın yerde gökte

 Be n liğinle gel yaz beni

 Te sir eder bana nükte

 Cim deyince dur ez beni

 ….”

İnsan kâinatın yani evrenin özetidir. İşte bu, bütün kâinattan süzülüp insanda ortaya çıkma görüşüne "devir nazariyesi", mutlak varlıktan insana ve insandan, aslına dönüşe kadar süren devri anlatan şiirlere de devriyye denmiştir.  İhlasi’nin bir devriyyesinden de  iki dörtlük vermekle yetineceğim:

“Ne bende var oldun ne sırra erdim

 Neciyim ben kimim gel anlat bana

 Topraktan çıkmışım toprağa girdim

 Neciyim ben kimim gel anlat bana

 

Ateşler eritmez sular ıslamaz

 Görenler tanımaz kısmet beslemez

 Hiçbir inci yakut şehrim süslemez

 Neciyim ben kimim gel anlat bana    ….”

 İhlasice Şiirler arasında Müstezat örneğine de rastlıyoruz. Müstezat, gazelin her dizesine kısa bir eklenti yapılmasıyla  oluşur.  Bu eklentiye  “ziyade” adı verildi. Müstezat örneğinden bir beyit verebiliriz:

“Ah seyret seni bende dönen semahtır

 Cemalin mahtır

 Yolcuya yolu menzil suçu günahtır

 Aldığı ahtır

 Yanınki yazımda Doç Dr. Uğur Başaran’ın hazırladığı İhlâsî’nin şiirleri üzerine yapı ve muhteva bakımından önemli bir incelemeyi içeren “Sarıçiçekler Güldestesi’nden söz edeceğim.