Sevgili dostlarım, dün birinci bölümünü yayınladığım “Gurbet” temalı yazımın bugün için yazdığım ikinci bölümde kullanacağım türkülerin künyeleri ile ilgili bilgi de vereceğim.

Gurbet, öyle bir ruh derinliğidir ki, dağlar orada setler oluşturur, turnalar orada uçar, mor menekşeler de Orada açar. Hâsılı Türk halk şiirinde gurbet, hasret ve sıla şiirleri, turnalar ve dağlarla bütünlük gösterir.

Erzincan türküsü başa gelen onca felakete rağmen “Ağlama gözlerim Mevla kerimdir” diye umut aşılıyor. Erzincan’ın Çayırlı ilçesinde 1933 yılında doğan Âşık Beyhani, 38 yaşındayken gurbette hayata veda etti. Onun bir türküsü ne hazindir:

 “Yolumuz gurbete düştü

Hazin hazin ağlar gönül

Araya hasretlik girdi

Hazin hazin ağlar gönül

 

Bu mudur senin eserin

Sinemi yaktı kederin

Ölürsem olmaz haberin

Hazin hazin ağlar gönül

 

Beyhani’yem budur hâlim

Senden ayrı düştü yolum

Bu hasretlik bana zulüm

Hazin hazin ağlar gönül”

 Birkaç kilometre öteye gelin giden kız da gurbette değil midir? Çukurova'daki amele, kışladaki yağız Anadolu delikanlısı, yatılı okullardaki öğrenciler gurbette değil midir?

Bugün için maddi olarak bir anlam ifade etmeyebilir ama, hepimizin yüreğinin ortasında turnalı duyguların sızısı bulunur. Muzaffer Şahin’in hem kaynak kişisi, hem derleyeni olduğu şu türküyü Altan Demirel ile İhsan Öztürk notaya almış:

  “Gitme durnam gitme yollar ıraktır

Şu halıma şu gönlüme bak benim

Bu yabancı eller bana duraktır

O yar vurdu şu sineme ok benim

 

Geldim gurbet ele geri dönülmez

Kim öldüğün kim kaldığın bilinmez

Ölsem gurbet elde gözüm yumulmaz

Bir ağlarım anam bacım yok benim

 

Durnam gökyüzünde bölüktür bölük

Ayrılık elinden yüreğim yanık

Önü muhabbettir sonu ayrılık

Tazeleme eski yaram çok benim”

 

Gurbet duyguları olmasa bir anlamı mı olur dalga dalga yayılan kaval sesinin? Kara trenin uzun uzun çınlayan sesi yürekleri sızım sızım sızlatır mı?

 “Gurbet gurbet öten tren sesi ve son kampanayla başlayan özlem…”

O trenler ki bir zamanlar, gurbete götürür, vuslata ulaştırırdı. Ayrılık acısı da, kavuşma sevinci de trenlerde buluşurdu. Dilimizden düşmezdi o türkü:

“Kara tiren gelmez m’ola

Düdüğünü çalmaz m’ola

Gurbet ele yâr yolladım

Mektubumu almaz m’ola”

Bu türküye Mustafa Özgül hem kaynak kişi, hem derleyen hem notaya alan olmuş, 3486 numara ile TRT repertuvarına kaydettirmişti. 

 Hisarlı Ahmet olarak tanınan Ahmet İnegöllüoğlu, 1908 yılında Kütahya’da doğdu. 

Delikanlılık döneminde; gençlerin evlerde toplanarak eğlendikleri, sohbet ettikleri “Gezek”lerde üç telli sazla tanıştı. Askeri ocağında klarnet çalmayı ve okuma yazmayı öğrendi.  Kahvehanesi âşıkların ve onu dinlemeye gelenlerin uğrak yeriydi. Onlarca türküyü TRT repertuarına kazandırdı. İstanbul radyosu saz sanatçılarından ve bir süre Türk halk müziği bölümünü yöneten Mustafa Hisarlı’nın babasıydı. Hisarlı Ahmet 4 Ocak 1984'de vefat etti.

Bizlere bıraktığı türküleriyle yaşıyor. Bir türküsü var ki, gurbete gidenleri geceler boyu uyutmayan korkuyu dinlendirir:

 “Yağmur yağar her dereler sel alır

 Gurbete gidenin yarin el alır ey…”  (TRT Rp. No: 175)

Ozan severse, candan sever. Canını esirgemez,  cananım dediğinden. Ama işitirse ki, cananı ondan vazgeçmiş, işte o zaman Karacaoğlan gibi “Giderim gurbete daha nem kaldı " der. Gurbetteki kimsesizlere garip derler.

Kimsesizlerin defnedildiği yerlere “Garipler Mezarlığı” adı verilir. Sözleri Âşık Emrah’a ait olan Sivas türküsü garipliğimi anlatır:  

 “Hazan ile geçti şu benim ömrüm

Eyle dertli bülbül zar garip garip…” (Kaynak kişi Hamza Başyurt Derleyen ve Notaya alan Can Etili Rp. No: 3184)

 Yarınki yazımda halk şiirinin, halk türkülerinin dostluğundan ve üç nesneden şikayetinden söz edeceğim.