Onlar şimdi çok uzaktalar, ya da uzaklara kanat çırpmaktalar. Bu günlerde geçmekteler gökyüzünden. Ne kimse haber soruyor ne bir dost selâmı yüklüyor kanatlarına. Çekilip gidiyorlar katar katar gidiyorlar. Baharda geldikleri gibi, yüreğimizi ezim ezim ezen Yemen illerine doğru. Turnalar, turnalar, uçun turhlar…
Kimse çıkmadı karşılarına. Alıp sazı sinesine, gezdirirken mızrabını tellerine, getirmedi sözü binasına. Türküler notalarda, notalar radyo arşivinin kutularında kaldı. Notalar dile gelmedi. Bu sorular gayri gün yüzü görmedi:
“Aşıp aşıp hangi dağdan gelirsin?
Eğlen turnam eğlen haber sorayım.
Bizim elden sen ne haber bilirsin?
Eğlen turnam eğlen haber sorayım.
Bizim elin ırmakları akar mı?
Yaz olunca menevşeler kokar mı?
Sevdiceğim seyrangaha çıkar mı?
Eğlen turnam eğlen haber sorayım. ....”
Göçmen kuşlar, sıcak ülkelere doğru bölük bölük kanat açtılar. “Tüfek icat oldu mertlik bozuldu” diyen ozanlar, cep telefonlarını, interneti görseler ne yaparlardı? Özlem olmazsa, gurbet olmazsa, aşk mı olur, sılânın bir anlamı mı olur? Halkımız yüzyıllar boyu turnalar üzerine efsaneleri boşuna mı söyledi, deyimler, benzetmeler üretti, türkü üzerine türkü yaktı, semah döndü?
Halk hikâyelerimizde, şiirimizde, türkülerimizde, kar ve dağlar ne kadar kavuşmanın, eski deyimle vuslatın önündeki engellerin sembolüyse, turnalar da manevî iletişim aracı olmuş, umudun, tesellinin, moralin sembolü olarak hayatımızın içinde yer almıştı.
Halk ozanlarımız onlarla sılâya selâm göndermiş, haber sormuş, onlarla dertleşmişti. Çok eskilere gitmeye gerek yok 19 uncu yüzyıl halk ozanlarımızdan Ruhsatî, şöyle seslenmişti:
Telli turnam gelişiniz nereden,
Yâr köyüne uğradı mı yolunuz?
Bir haber isterim gül yüzlü yarden,
Kerem eyle lâl olmasın diliniz.
İnin şu yaylaya da edelim sohbet,
İçerimde yara açıldı kat kat
Semâya ser çekti ah ile firkat,
Hele biraz dertleşelim geliniz.
(…….)
Turna, leylek büyüklüğünde, uzun boylu, uzun bacaklı bir kuş... Gerdan ve kursak bölgesi, uçma tüyleri, gövdesi siyah sırtı ve karnı kül renginde… Alnı siyah tepesi kırmızı tüylerle örtülü… Yurdumuzda görülen turnalar kışı Kuzey Afrika' da geçirirler.
Şiirlerimizde türkülerimizde bizimle birlikte olan telli turnanın gözlerinin yanında aşağıya sarkan beyaz birer tüy demeti bulunuyor. Folklor ürünlerinde bülbülün, ördeğin, kazın, leyleğin, şahinin, kartalın ve daha birçok kuşun yeri var: Turnalar…
“Dün mü burda idin bugün mü geldin
Ötme garip bülbül bağrımı deldin
Eşimden ayrıldım ben burda kaldım
Yad avcılar urdu telli turnamı
Aşk eseri düştü kaynadım çoştum
Yüksekten uçarken alçağa düştüm
Eşimden ayrıldım ben burda şaştım
Yad avcılar urdu telli turnamı
Gitme turnam gitme dağlar dumandır
Bizi derde salan ikrar imandır
Eşinden ayrıldın halin yamandır
Yad avcılar urdu telli turnamı
Turnam ne gezersin dağlar salında
Hak Muhammet Ali virddir dilinde
Musahibim kaldı Kenan ilinde
Yad avcılar urdu telli turnamı
Pir Sultan Abdal'ım bile mi olur
Vadeye sala yok akıbet gelir
Herkesin gönlünü kendisi bilir
Yad avcılar urdu telli turnamı”
Halk müziği repertuarında, ülkemizin hemen her köşesinden derlenmiş turnalı türküleri bulmak mümkün. Malatya yöresinde Muzaffer Sarısözen’in Hasan Hüseyin Orhan’dan derlediği Arguvan türküsü, yukarıda eklediğim Pir Sultan’ın deyişini içeriyor:
Haber getirme, haber götürme, haber sorma sembollerinde ilk akla turnalar geliyor. Bu algıda turnaların göçmen kuşu olması ve yurdumuzu baştan başa katetmesinin etkisi var. Ama etkenlerin önde geleni, halk inanışlarında kutsal sayılması denilebilir.
Çünkü turnalar, hayat kurtarır, yardım eder, umut dağıtır. Gururları için yaşarlar. Eşlerini kaybettiklerinde bir daha topluluklara karışmazlar. Tek eşli olmaları da saygı ile karşılanır. Sevginin, sadakatin, dostluğun, vefanın timsali olarak bilinirler. Yaşlanan ana ve babalarına bakan canlılar olarak sözü edilir.
Yarın ekim ayının son gününde turnaları uğurlamaya devam edelim.