Sevgili dostlar, şimdi de öğretmene bir başka açıdan bakalım. Geleneklerimizde, göreneklerimizde, inanç dünyamızda öğretmene verilen önemden söz edelim.
“Eğer Allah gökten yere inip bir meslek seçseydi, muhakkak öğretmen olurdu. Zira öğretmenlik her şeyden önce, bir Tanrı sanatıdır.” diyor Eflatun. Hazreti Ali de “Bana bir harf öğretenin kölesi olurum.” demiş.
Bizim inanç dünyamız da öğretmene büyük önem veriyor. Çünkü peygamberler dini, Tanrı sevgisini ve insanlık sanatını öğretmek için görevlendirilmiş birer öğretmendir. Bir hadiste, en güzel hediyenin, yararlı bir sözü iyice anlayıp anlatmak olduğu, bunun aynı zamanda bir yıllık ibadete denk olduğu bildiriliyor.
Şimdi öğretmen şairlerden Güner Demiray’ın anasına gönderdiği mektubu okuyalım mı?
Oğlunu sorarsan anacığım,
Karlı dağların ardındadır şimdi,
Bir ülkü alev almış içinde,
Korlanan bir ocak gibi
Çetin bir öykü.
Üzüntüleri batma anacığım,
Yavrun ışık götürmüştür gecelere,
Umutsuzlara umut,
Sayrılara ilaç götürmüştür,
Ve yürekler doluşu sevgiler...
Ve anacığım yavrun, Elif’lere Satılmış’lara
Yaşamak götürmüştür çiçek çiçek.
Ağlama anacığım
Oğlun kutsal savaşlar içindedir.
Köylülerle omuz omuza
Çalışmaktadır harıl harıl,
Can katmaktadır toprağa,
Ve çocuklar alfabbe sökmektedir
Bahar dalları altında.
Kederlere varma anacığım,
Oğlun sessiz ve dingin koyaklarda
Yeni çağ türküleri söylemektedir.
Evet bu şiirden sonra kaldığımız yere dönelim.
Tarihimizde öğretmene verilen önem, Molla Gürani, Molla Hüsrev, Ali Kuşçu, Molla Zeyrek gibi nicelerinin şahsında öyküleşmiş. Yüzyıllar boyu dünyanın her yerinde öğretmenlere değer verilmiş baş tacı yapılmıştır. Yüce Atatürk
“Dünyanın her yanında öğretmenler, insan topluluğunun en fedakar ve saygı değer kişileridir.”diyor. Türk öğretmeninden beklediğini şöyle özetlemiş Ata’mız: “ Öğretmenler! Cumhuriyet sizden düşünceleri özgür, vicdanı özgür, kültürü özgür kuşaklar ister.” Cumhuriyetin ilk öğretmenleri bu ülkü ile dağılmışlar Anadolu’nun dört bir yanına. Yüce Önderin şu sözlerini kendilerine rehber etmişler:
“Öğretmenler,! Cumhuriyetin fedakar öğretmen ve terbiyecileri, yeni kuşağı sizler yetiştireceksiniz. Yeni kuşak sizin eseriniz olacaktır.”
Gidiyorsun öğretmenim
Uzaklara...
Düşeyim ben de ardından
Sana varan topraklara
Bir resmini çizsem defterime
Kağıdıma gün doğar
Yüreğim inan ki öğretmenim
Senin varlığınla bahar
Sen geldin güldük hepimiz
Çünkü sen hep büyütensin
Filiz filiz açıldıkça duygular
Yetişen fidanları içten görensin.
Bir anımı yazdım şuraya;
Bilgi beşiğinde salladın bizi
Kaldırdın ilk adımda yerden
Mavi göklere yolladın bizi.
Böyle diyor Cumhuriyet Türkiye’sinin öğretmeni İbrahim Zeki Burdurlu. Öğretmene asıl önem, Cumhuriyetin ilk yıllarında verildi. Cumhuriyetin başta gelen ilkesi “pozivitizm”di, “ilim ve eğitim”di. Her şeyden çok aydınlığa gereksinimimiz vardı. Bunu sağlayacak olan öğretmenlerdi.
Aslında yirminci yüzyılın başlarında bu gereksinimi pek çok ülke duyuyordu. Finlandiya, “Beyaz Zambaklar Ülkesi” olarak tüm kalkınmasını “Beyaz Devrim” dediği eğitim programını bağlamıştı.
Bizde Kemalizm demek “aydınlık” demekti. Reşat Nuri Güntekin’in “Çalıkuşu”, Halide Edip Adıvar’ın “Vurun Kahpeye” gibi eserleri, yalnız geleceğimizi aydınlatanlar için yazılmış birer ağıt değil, bu günlere uzanan ibret ve ışık demetleri değil miydi?
Bir ağlama duvarı tablosu çizmek gerekmez. Ama bazı gerçeklerin altını çizmeyi, Kemalizm’in aydınlık ilkesinin bir gereği sayıyorum.
Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy, Safahat’ta şöyle diyor:
“Donanma, ordu birer ihtiyaç-ı mübrimdir.
O ihtiyacı, fakat, öğreten muallimdir.”
Ülkeler, eğitime verdikleri önem ölçüsünde kalkınırlar. Eğitilmiş insan; çağdaş üretken yaratıcı ve başarılı olmanın sırrını kazanmış kişidir. Eğitimin en ağır işçisi kuşkusuz öğretmendir.