Elleri öpülesi öğretmenlerimize, bir demet kasımpatı niyetine birkaç şiir aktarmak isterim. Onların yüceliği karşısında dört gün boyunca yalnız ayaklarımın bağı değil, dilimin de bağı çözülürse beni affedin.

1 Kasım 1928 tarihinde çıkarılan 1353 sayılı kanunla, Arap alfabesi yerine Latin alfabesi kabul edilmişti. Bu tarihten itibaren yeni harflerin öğrenilmesi ve okur yazar sayısının artırılması için seferberlik başlatılmıştı. 24 Kasım 1928 tarihinde açılan, Millet Mektepleri'nde, yaşlı, genç, çocuk, kadın... herkese yeni harflerle okuma yazma öğretilmişti.

Millet Mektepleri'nin açılışı ve Ulu Önder Atatürk'ün Başöğretmenliği kabul tarihi olan 24 Kasım günü, 1981 yılından beri Öğretmenler Günü olarak kutlanılıyor.

Yurdumuzun en uzak köşelerinde bile, görevlerin en kutsalını yerine getirmekte olan, yalnız yavrularımızı değil, yavrularımızla birlikte bütün geleceğimizi aydınlatan öğretmenlerimize içten saygılarımızı sunuyoruz.

Savaşın kazanılması için gerekli olan üç şey para para para olarak sıralanır. Ulusça kalkınmamızın tek çıkar yolu olarak önce eğitim, sonra eğitim, daha sonra yine eğitim diyebiliriz.

Çoğunlukla yakındığımız bilgisizlikten, sistemsizlikten, düzensizlikten, gerilikten, din, ahlâk, düşünce alanlarındaki kargaşalardan ve benzeri sorunlardan  bizi kurtaracak  tek yoldur eğitim.

Öğretmen şairlerimizde Halim Yağcıoğlu’un bir şiiri var bileceksiniz:

FİKİR ORDUSU

Bir şaşkın karanlık içinden

Bir yüce su aktı gitti

Öylesine inanmışlardı kendilerine

Başları dikti.

 

Alınları pırıl pırıldı şubat güneşinde

Ağır ağır geçiyorlardı yayan,

Türkiye’mdi bu, Türkiye’min kaderiydi

Sağır göklerde kaybolan.

 

“Fikir ordusuydu” bu

Dövülen taşlanan vurulan

Köylerde, ilçelerde, kentlerde

Boğaz tokluğuna unutulan.

 

Öğretmenlerimdi bunlar, çileli öğretmenlerim

Vatanı vatan yapan, insanı insan

Koşup gelmişlerdi naçar,

Ta Edirne’den, Hakkâri, Van’dan.

 

Bir sessiz çığlıktı bu

Baş öğretmenin önünde,

Bir kere daha inandım ki kardeşim

Türkiye’m altın günlerin eşiğinde.

Gerçekten Cumhuriyet’in ilk yıllarında, yaşlımız gencimiz, köylümüz, kentlimiz, ulusça tutulacak eğitim yolunun; yükselişin, aydınlığa kavuşmanın tek yolu olduğuna inanıyordu.

Ancak bu yolla, geriliği, karanlığı, iç ve dış tehlikeleri bir yana itmemiz, aydınlık yarınlara ilerletmemiz mümkün olacaktı.

Kiminle çıkacaktık bu yolculuğa?

Kuşkusuz öğretmenlerimizle. Ama köy öğretmenlerimizin yükü biraz daha ağırdı. Nasıl mı? Cahit Külebi’nin “Köy Öğretmenleri” için yazdığı muhteşem şiirin ikinci bölümünden son bendi kopyalayayım:

“……

 Gündüzün akşamla kavuştuğu saatte

Güneş altında tarlalar çın çın öterken

Ya o sıcak yağmurlar toprakla çiftleşir,

Ya da ilk ışıklar sabahları erken

Rüzgârla içimizde eserken.

 

Çemişkezek’te Patnos’ta, Malazgirt’te doğanlar

Bütün bunları düşünmelisiniz.

Yüce ırmaklar gibi sessiz sürekli

Kağnılarla, arabalarla, kamyonlarla

Akıp köylere gitmelisiniz!

Yolumuza ışık iletmelisiniz.

Evet sevgili dostlar, bu günler geride kaldı. Belki idare lambalarından kurtulduk ama, yine ışığa, daha çok ışığa gereksinimimiz var. Çağdaş uygarlığa ulaşmamız için...

Ülkemizi, hak hukuk tanımayan, bencil, sorumsuz, saldırgan insanların istedikleri gibi at oynattıkları, güvensiz bir toprak parçası haline getirmemek için, buna gereksinim duyuyoruz.

Diyoruz ki; yapılması gerekenlerin en başında, ülkemizin olanaklarına ve gereklerine göre, tarihimizin, ekonomimizin, inanç dünyamızın, gelenek ve göreneklerimizin ışığı altında planlanacak eğitim programları olmalıdır.

Ve diyoruz ki; her çeşit bilginin, tekniğin baş döndürücü bir hızla çoğaldığı bu uygarlık dünyasında, öteki insanlarla, öteki ülkelerle eşit haklarla yaşamak, ilerlemek için sürekli bir eğitim seferberliğine muhtacız.

Yarın size Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın ve Coşkun Ertepınar’ın duygularını anlatacağım.