Eskiden teselli babında söylenen “Binin yarısı beş yüz, o da bizde yok!” diye bir deyim vardı, Metin Eloğlu’nun tasası da vakti zamanında bizim halimizden farkı yokmuş:

“Eloğlu binlik bozdurur

Ben bozduramam

 

Eloğlu başını yastığa kor komaz uyur

Ben uyuyamam

 

Eloğlu sofrasında dokuz türlü

Benim aç yattığım olur bazen

 

Benim evim gecekondu

Eloğlunda apartıman

 

Eloğlunda ince müzik

Benimkisi aman aman

 

Benim kuru başım bana yeter

Eloğlunda karı kızan

 

Ben keçileri kaybettim

Eloğlunda usta çoban

Bu soyadı bana haram”

Şimdi aşağıya alacağım şiir, kısa gibi görünse de  kapsama alanı çok büyük. Şairin sorunu değil, Kitabın ortasından mangal gibi  her birimizin derdi:

“ÇİLİNGİR SOFRASI

Bu zıkkımın yanında

Arnavut ciğeri ister, bir.

Çiroz salatası ister, iki.

Cacık ister, üç.

Adalet, müsavat, hürriyet demeye

Sadece yürek ister.”

 Metin Eloğlu’nun daha uzun (!) şiirlerini de hatırlıyorum. Öyle adalet, müsavat, hürriyet gibi tehlikeli sulara girmiyor. Buyurunuz okuyunuz:

ŞİŞEDEKİ

Şişede durduğu gibi durmaz ki kâfir

Tutar insana yaşamayı sevdirir”

 İşte bu kadar. Daha uzun söze ne gerek? Elbette, yaşamak için sofra, sofra için de adap gerek. Onu da aktaracağım ama, biraz Metin Eloğlu hakkında bilgi vereyim:

Metin Eloğlu, ortaokuldan sonra, 1943’te Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü'ne girdi. 1946’da siyasi nedenlerden dolayı iki ay tutuklu kaldı. Olay üzerine Akademi’deki kaydı silindi. 1947’de başladığı askerlik hizmetini, disiplinsizlik nedeniyle aldığı uzatma cezaları nedeniyle ancak 5 yılda tamamlayabildi.

Edebiyata öyküyle adım attı. 1942’de Serveti fünun-Uyanış dergisinde ilk öyküsü yayınlandı. 1943’te İzmir’de basılan Kovan dergisinde de Mehmet Metin imzasını taşıyan “Sabah Şarkısı” şiirine yer verildi. Ressam olarak birçok çalışma ve sergiye imza attı.

1967’de düzenlenen 1. DYO Sergisi ile ve 1976’da yapılan Yarımca Sanat Şenliği’nde birincilik ödülü aldı.  Eserlerinde adının dışında Mehmet Metin, Mehmet Emin, Ali Haziranlı, Etem Olgunil ve Nil Meteoğlu imzalarını kullandı. Ayrıca birçok eleştiri yazısı kaleme aldı. 11 Eylül 1985'te İstanbul'da öldü.

Kitaplarından da bir kaçının adını yazayım: Düdüklü Tencere, Sultan Palamut (Seçilmiş Hikâyeler), Odun, Horozdan Korkan Oğlan, Türkiye’nin Adresi, Ayşemayşe,, Dizin, Yumuşak, Rüzgâr Ekmek, Hep, Yine, Şiirce, Ay Parçası, Önce Kadınlar, Bektaşi dedikleri….

Şimdi gelelim “Sofra Adabı” adını taşıyan şiirine:

“Keşkek şu kazanda kaynar, benim bildiğim;

Şu güveçte helmelenir fasulya.

Kuzu şu kadar ateşte çevrilir;

Tuzlama şu tabağa konur ille..

Yumurta şu sahana kırılır.

Çorba mı? Çorba şu kaşıkla içilir tabii,

Hoşaf bu kaşıkla..

İster uskumru olsun, ister kolyoz,

İster orkinoz, ister hanos;

Balık şu bıçakla kesilir…

Şarap siyahsa şu kadehe konur elbet,

Beyazsa bu kadehe

 

Yavan ekmeği nasıl yersen ye...”

Hal ve gidişat pek iyi değil dostlarım. Korkum o ki, kuru soğandan da vazgeçtik, yavan ekmeğe de muhtaçlarımız giderek artıyor. Ah keşke önümüzdeki pastırma yazı günleri biraz daha uzun sürse derken, Metin Eloğlu’nun “Pastırma yazı” şiirine rastladım. Bununla yazımı bitireyim:

PASTIRMA YAZI

Dedim ya benim aşklarımın doğusu bura

Bura benim yarınımdan sakınan tel tel

Bura işte ilkyazından irkilip huylandığım

Dedim ya gün batmadan kunnamaz çakal

 

Işıtmaz solutmaz bir aşkın doğusu bu

Köpeklenmiş havuzda boğum boğum kediler

Hoşundu be İstanbul hoşundu savsak günler

Çöl dünümle ikizlenen ne yavan olgu

 

Bu çağandan kalacak bir sünepe bildiri

Öncelenmiş yalanlarla yaka paça gidiyor

Olmaz olaydı bu yaz, demez olaydı şiir

Dedim ya aşkımızın en firavun günleri

 

Kaskatı bir güz içi daldım yazık hayatıma

Hasan diye birim vardı uzamış perçemleri

Ben, Güzin, yaz da bitti e sonra

Amcasına babasına pay veren çiçekleri.