Günlerden Salı, saat üçtü. Bir haber duyuldu; bu dünyadan Sefil Selimî de göçtü. Sessiz sessiz gitti. Bir yıldız yitti, sefil sefil. Sivas’tan bu yana bir kara rüzgâr esti efil efil. Haber verirken birbirimize, kor düşürdü yüreğimize. Yeni yıla iki gün kala. Onun için 2004’e girmiştik yana yana. Aradan yirmi yıl geçti. Şimdi 2024’e giriyoruz.

Ekim ayının başlarıydı. İstanbul’daki hemşerileri bir jübile düzenlemişlerdi. Çağırmışlardı sağı solu. Bir de kitap hazırlatmışlardı yetmişinci yaş gününe armağan: “Aşık Sefil Selimî İrfan Okulu” Sevinmişti: “Bu kitapla yatarsam beni kınamayın dostlar!” demişti. Cümle yarenle halleşti, alçak gönüllülüğüyle yüceleşti.

Hiç kuşku yok ki, Sefil Selimî, Cumhuriyet Türkiye’sinin bir halk ozanıdır. Maneviyat dünyasının derinliklerinde yüzerken, çağdaş hayatın ve gerçeklerinin bilinci içerisindedir. Gelenek ve göreneklerimize bağlı ama, günümüz realitesine, günümüz aydınlığına da perde çekenlerden değildir. Beyninin içerisine ışık girenlerdendir. Hasılı Sefil Selimî, eski deyimle kökü mazide atidir. Kökünü ve geleceğini inkâr etmeyenlerdendir.

 Cumhuriyetin onuncu yılında doğan Sefil Selimî, onuncu yılın coşkusunu hücrelerinde taşımaktadır. Atatürk’ü ve vatanını sever.

Onun tasavvufu yaratılmışların en yücesi olan insana aydınlıklar saçan bir tasavvuftur. Atatürk ilkelerinin savunucusudur. En büyük düşman olarak gericiliği görür:

Şiirlerinde göreneklere ters düşenleri iğnelediği gibi, gereksiz taassubun yani gericiliğin zararlarını anlatır.

Ülkemizin ve insanlarının, zaman zaman yaşadığı gereksiz  kavgalardan, kardeşin kardeşe düşman edilişlerinden ezgin ve bezgindir... Güzellikler diler yurdumun insanlarına. Barış diler, hoşgörü diler. Der ki:

“ İnsancıl fikirler taşsa kabarsa, / Kucak açsa birbirine insanlar, / İyilik her yanda tek hakim olsa, / Döğüşmese körü körüne insanlar...”

Sefil Selimî bilmekte ve inanmaktadır ki, Atatürk Türkiye’sinde muasır medeniyeti, yani çağdaş uygarlığı yakalayabilmek için ikiliği yok edip, birlik beraberlik içinde alnımız ak yürümeliyiz. Yoksa, bizler birbirimizle uğraşırsak, elin oğlu yetişemeyeceğimiz zirvelere ulaşacaktır. Bunun için Sefil Selimî’nin silahı şiirdir. Bunu toplumun hizmetinde tutmak konusunda cimri değildir: Kendisi yapar, başkalarının da empati yapmasını diler:

Soy farkı ırk farkı, neyin nesidir?

Hepsi çiçek gibi dünya süsüdür,

Hayatın dengesi kudret sesidir,

Bu ahenge çatan suçlar ölmeli. ...”

Âşık Sefil Selimî’nin doğduğu Cumhuriyetin onuncu yılında, savaşlar bitmiş, Yüce Ata, ulusunun yüreğinde yeni seferberliklerin çerağını yakmıştı. Bunların en önemlisi eğitim seferberliğiydi. Onuncu yılın üzerinden yetmiş yıl daha geçti.  Eğitim seferberliğinin bir cephesi de bildiğiniz gibi okumak ve kitaptır: Bunu şöyle anlatır:

“Milletleri millet eden bilimdir, / En hakiki mürşit bizce ilimdir. / Hatta okumamak peşin ölümdür, / Sinemizden kutsal kitap sevgisi. // Ey evlâdım yavrum unutma bunu,/ Ana sütü gibi  o besler seni. /  Kitapların arasına göm beni / Sanımızdan kutsal kitap sevgisi...”

Elbette. Eğitim seferberliğinin komutanı öğretmenlerimizdir. Hazreti Ali, öğretmenliğin Tanrı sanatı olduğunu söylüyor ve “Bana bir harf öğretenin kulu olurum” diye ekliyor. Yüce Atatürk de milletleri kurtaranların öğretmenler olduğunu belirtirken, “Öğretmenler yeni nesiller sizin eseriniz olacaktır” diye ekliyor. Sefil Selimî’de en güzel övgülerini öğretmenler için söylemiş:

“ .....  Day durduk yürüdük okula vardık. / A dedik B dedik kelime kurduk, / Bölmeyi çarpmayı toplamı gördük,/ /Sağlamayı yapın derdi  öğretmen. // Benden bana senden sana o yakın, / Nasihat verdiler dediler okun, / İster yere ister havaya bakın, / Yaptı imar etti yurdu öğretmen. ...”

Sevgili dostlarım yarın Sefil Selimi’nin insana muhabbetini anlatacağım.