Âşık Veysel, Cumhuriyet'in onuncu yılına kadar geçen günlerini şöyle özetliyor:
"Hayatım köyde geçti. Başka bir yere gidemiyordum. O zamanın zihniyeti dolayısıyla elimizde sazla bir kasabaya bile gidemiyorduk. Hem ayıp hem günah sayılıyordu. Ancak köylerde dolaşıyorduk. Düğün ve eğlence olduğu zaman gelip bizi götürürlerdi."
Ahmet Kutsi Tecer ellerine bir kâğıt vermişti. Gittikleri yerde gösteriyorlardı. Bu kağıt, önlerindeki tutucuların engellerini bütünüyle temizliyor muydu?
Arkadaşı İbrahim'le Adana'dadır. Bakırcılar çarşısında gezerlerken, bir meraklı çağırır ve saz çalmalarını ister. Onlar da çalarlar. Meğer dükkânın asıl sahibi, karşı dükkânda komşusu ile birlikte namaz kılıyormuş. Koşup gelmiş ve ağzına geleni saymaya başlamış. Allah'ın, Peygamber'in men ettiği sazı çalacaklarına dilenseler daha iyi edeceklerini, dükkânında bet ve bereket bırakmadıklarını söylemiş.
İstanbul'la ilgili bir anısını Veysel şöyle anlatmıştı:
Tramvaya bindik gidiyorduk. Ayakta kaldığımızı gören bir genç yer verdi. Oturduk. Bunu gören yaşlıca bir kadın gence çıkışmaya başladı.'Zamane işte böyle diyordu. Bir âlim bir hoca olsa yerlerinden bile kıpırdamazlar. Bunlar kim ki yer veriyorsun. Sazcı değil mi? Saz çalıncaya kadar dilenseler ne var?' "
Kuşkusuz ki her zaman önüne engeller çıkmamış. Mesut Cemil, Sabahattin Eyüpoğlu, Baki Süha, Refik Ahmet gibi aydınların desteğini görmüş. Onlar moral ve cesaret vermişler.
Bir gün "Yine mektup aldım gül yüzlü yârden / Gözletme yolları gel deyi yazmış" dizeleriyle başlayan şiiri Ülkü dergisine bırakmış. Ahmet Kutsi Tecer ile Ahmet Hamdi tnpınar görüp okumuşlar. Tanpınar çok beğenmiş "Ben artık şiir yazmayacağım" diye iltifat etmiş.
Bir yandan kendini kahır ve sabırla yetiştirmiş, sözlü halk kültürünün gelenekçi saz şairliğinin bozulmamış bir örneği veya halkası gibi görülürken, öte yandan çağın sesine kulak vermiş, kör inanışlarla savaşacak kadar aydınlanmış, eski sazla yeni sözler söylemesini bilmiş.
Karanlık dünyasını aşan düşüncesi, çağdaş insan sorunlarına çözüm arayacak yol gösterecek kadar gerçekçi olmuş.
Veysel: "İkilikten gelir belâ / Dava, insanlık davası.." diyor.
Bir şiirin sonunda "Bana düşman etmiş vatandaşımı / Sebebi ne ise soralım kardaş" diyen Aşık Veysel, ırkımız, neslimiz bir olduğu halde, yurdun yaralarını sarmak dururken, kardeşin kardeşe düşman olmaması gerektiğini söylüyor bizlere.
"Aldanma cahilin kuru lâfına
Kültürsüz insanın külü yalandır" derken cehaletin zararlarını örnekleriyle anlatıyor.
BABACAN VEYSEL
Veysel'den en olgun şiirler insanı ve insanla ilgili öğeleri konu alan şiirlerdir. Bu deyişlerde Veysel, insanın kaynağından başlayarak bir gövdede canlanmasını, bu süre içerisinde nasıl çalışması,nasıl davranması gerektiğini ve bu yolun sonunda gene kaynağına dönmesini anlatır. Bir başka tanımla tasavvuf ozanı Veysel vardır bu deyişlerde. Bağlı olduğu inancın ıssız bir Anadolu köyünde kendisine aşıladığı bu duygular, Veysel'de gönül gözü ile geliştirilmiş, Veysel Aleviliğin büyük sırrını gönlünde çözmüştür.
Bütün iyi niyetli, babacan insanlarımız gibi, o da çalışmayı öğütlerdi. Çalışma güzelliğini anlatırdı şiirlerinde. Yalanın, hilenin zararlarını işler, ahlâklı olmanın erdemini yansıtır. Tutumlu olmayı öğütler. Gereksiz tutuculuğa karşıdır.
Batıl inançlara, çağdışı tutuma karşı olan Veysel, bu konuda da oldukça duyarlıdır.
"Devri Cumhuriyet asırı yirmi
Uyan bu gafletten uyuma yurttaş.
Dünya ayaklanmış aya gidiyor
Uyan bu gafletten uyuma yurttaş
Bırak sar'öküzü varsın yayılsın
Set çekme gözlere herkes ayılsın
Her köşeye bir fabrika kurulsun
Uyan bu gafletten uyuma yurttaş
......"
Görüldüğü üzere, o toplumdaki değer yargılarını hayatın somut gerçekleriyle örneklendirerek eleştiriyor. Veysel burada bilimden yana, aydınlıktan yana, gelişmeden, somut gerçeklerden yana taraf oluyor.
"Bırak sar'öküzün varsın yayılsın" derken, "Dünyanın sarı öküzün boynuzları üzerinde durduğu" inancıyla alay ediyor.