Bir fetva kompozisyonu ve üslubu ile mizahi unsurları da içine alarak konuyu fetvalaştırmış, "Pîr"i pire ile karıştıran ve ahkam yürüten profesörle dalgasını geçmiş, sonra her zaman olduğu gibi, öğretmeye başlamıştı.

Ebussuud Efendi'nin ince zekâsını gösteren, şeriata uygun ve nükteli fetvalarından örnekler vermişti. Kanuni Sultan Süleyman'ın buyruğuna rağmen şeriattan ayrılmayan kişiliğini anlatmış ve sözü topluma getirerek sorular sormuştu:

Orhan Şaik Gökyay’ın sevgi ve hoşgörü alanında sınırsız olduğunu yakınları, öğrencileri iyi bilirler. Ancak "Destursuz Bağa Girenler"e, girmekle kalmayıp hatasında ısrar edenlere karşı katıydı. Bu kişilerin yazılarındaki, konuşmalarındaki kendisini rahatsız eden her yanlışı, okuyucuya aktarmakla ve onun doğrusunu öğretmekle kendini görevli kılmıştı... Çok iyi bilmektedir ki, düzeltilmeyen yanlışlar, başka yanlışları doğuracaktı.

Türk kültürüne, gelenek, göreneklerine ve her türlü milli değerlerine karşı en küçük bir aşağılamaya tahammülü yoktu. Bunlarla adeta kedinin fare ile oynaması gibi oynar, alaya alır ve sonra belgeleriyle, örnekleriyle gerçekleri öğretirdi.

Önceki gün bu  sayfadaki yazımda Zeki Ömer Defne’den söz etmiş ve yazının sonunda bugün iki yıl farklı olsa da zaman tünelinin aynı gününde vefat eden Orhan Şaik Gökyay’dan söz edeceğimi belirtmiştim. Orhan Şaik’i bir yazıda anlatmam mümkün değil. Zaten geçen yıl da çalıştığım gazetede dört günlük yazı dizisinde anlatabilmiştim.  Bugün hayatından üç beş enstantane paylaşacağım.

1922 yılında Ankara Darülmuallim’in (Öğretmen Okulu) son sınıfına kayıt oldu. İyi derece ile bitirdi. 1923’ten itibaren Anadolu’nun çeşitli okullarında öğretmenlik yaptı. Çağlayan adlı aylık bir dergiyi 1926’ya kadar yayımladı. 1927 yılında Kastamonu Lisesi’nin son sınıfına kaydolarak bu okuldan mezun oldu.

Aynı yıl İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne kaydını yaptırdı. Aynı zamanda Yüksek Öğretmen Okulu imtihanını da kazanarak öğrenimini iki okulda sürdürdü. 1931 yılında Kastamonu Lisesi edebiyat öğretmenliği ile tekrar öğretmenliğe başladı.

Bir çok ilde çalıştı. 1941’de yeni kurulan Devlet Konservatuarı’na müdür ve edebiyat öğretmeni olarak atandı. 1951’de müfettiş oldu.  1959-62 yılları arasında Londra Üniversitesi School of Oriental and African Studies’te Türk Dili ve Edebiyatı okutmanı olarak çalıştı.

1967 yılında yaş haddinden emekliye ayrıldı. 81 yaşında tekrar eğitim hayatına dönerek 1992 yılına kadar Marmara ve Mimar Sinan Üniversitesi’nde ders verdi.

İstiklal Savaşı'nın safhaları nesir-nazım olarak Anıtkabir Senaryosu 'nda dile getirilmiş ve Atatürk'ün Türk Milleti'ni yükseltmek ve medeni devletler arasında yerini almasını sağlamak amacıyla yaptığı inkılapları, Atatürk'ün söz­lerini de kullanarak, şiirli bir anlatımla vermişti

Şairliği’nin yanında, Orhan Şaik Gökyay’ın edebiyatımızdaki ağırlıklı yeri makaleleri, incelemeleri, eleştirileri özellikle telif ve çeviri eserleriyle bilim adamlığı.

İlk makaleleri, sözünü ettiğim "Çağlayan" adlı dergide, "Aya Mektuplar” başlığı altında yayınlanmıştı. 1927 yılında, İstanbul Darülfünu'nun Edebiyat Fakültesi'ne girdiği ve hocaları Prof. Fuat Köprülü'den Türk Edebiyatı, Ali Ekrem Bolayır'dan Arap Edebiyatı, Ferit Kam'dan İran Edebiyatı, Zeki Velidi Togan'dan Türk Tarihi, İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu'dan Sosyoloji öğrendikten sonra, gittikçe coşan bir çağlayan olmuştu

İlk telif eseri, 1938 yılında basılan "Dede Korkut"tu. Kişiler, dil ve üslup, motifler, töreler, hikayelerden bugün hala yaşamakta olanlar gibi, sekiz bölümden oluşan eserin sonunda; devlet, kabile, kavim ve kişi adlarına yer verilmişti. Tamamı, metin çalışmaları ve araştırma olan ve edebiyatımızda çok önemli bir yer tutan bu eserle Orhan Şaik, “Dede Korkut'un torunu" unvanını almıştı.