Erzurum Kongresi toplantılarının yapıldığı günlerin birinin gecesinde Mustafa Kemal ile Mazhar Müfit Kansu ile arasında şu konuşma geçti:
- Mazhar not defterin yanında mı?
- Hayır paşam.
- Zahmet olacak ama bir merdiveni inip çıkacaksın. Al gel.
- Ama bu defterin, bu yaprağını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna kadar gizli kalacak. Bir ben, bir sen, bir de Süreyya bileceksiniz, şartım bu...
- Öyleyse tarih koy.
- 8 Temmuz 1919 sabaha karşı.
- Pekâlâ, yaz. Bir: Zaferden sonra hükümet biçimi Cumhuriyet olacaktır.
Ulu Önderimiz Atatürk, 13 Kasım 1937 günü Sivas’ta “Burada bir milletin kurtuluşunu hazırlayan kararlar verildi.” demişti.
Cumhuriyete o kadar kolay ulaşılmadı. Türk halkı, 1918'den, 1922 yılına kadar var olma uğraşısı verdi. Nice çileli yollar aşıldı. Nice Elifcikler kağnılara koşuldu:
Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “Mustafa Kemal’in Kağnısı” şiirini ne zaman okusam, duygulanırım:
“.. Kocabaş yığıldı çamura,
Büyüdü gözleri, büyüdü yürek kadar,
Örtüldü gözleri, örtüldü hep.
Kalır mı Mustafa Kemal’in kağnısı bacım,
Kocabaşın yerine koştu kendini Elifcik,
Yürüdü düşman üstüne, yüceden yüceden.”
Vatanımızı saran kara bulutların dağılmasıyla cumhuriyet aydınlığına kavuşmanın coşkusu kuşkusuz bütün şairleri etkiledi. Kağnıyla ya da sırtta top mermisi taşıyanların görevi bitmiş, şairlerin görevi başlamıştı. Kahramanlıkları, yurt sevgisini ve bu ateşi yakan Mustafa Kemal’i şiirlerle ölümsüz kılmak bir şairin vatan borcuydu.
Mustafa Kemal’i sevmemek mümkün mü? O, cumhuriyete gelişi şöyle anlatmıştı:
“Ben milletimin vicdanında ihsas ettiğim büyük tekamül istidadını bir milli sır gibi vicdanımda taşıyarak sıraları geldikçe bütün içtimai heyetimize tatbik ettirme mecburiyetinde idim.”
Atatürk bir başka konuşmasında “Cumhuriyet ahlâkî erdemliliklere dayanan yönetim şeklidir” diyordu.
Şairlerimiz büyük bir içtenlikle, coşkuyla, cumhuriyetimizi dile getirmek için için çaba göstermiş, birbirleriyle yarışmışlardı.
Atatürk’ün kişiliğini anlatırken, kökleri tarihin en eski çağlarına varan milli imajlarımız uyanmış, bir çok şiirde O, Oğuz Kağan’a, Bozkurta, Gök Tanrı’ya benzetilmişti. Samih Rıfat “Ya ölüm ya istiklâl” parolasını anlatırken diyor ki:
“....
Adımın biri Oğuz, biri Mustafa Kemal,
Irkımın istediği; Ya ölüm, ya istiklâl!”
Türk milleti Atatürk’ün kişiliğinde, kendi milli değerlerinin en güzel, en canlı, en coşkulu ve anlamlı anlatımını buluyordu. Halk şairlerimiz de Cumhuriyet sevgisini, milli heyecanları ve öz duyguları ile bizlere sunuyorlardı.
Şarkışlalı Âşık Sefil Selimî’nin destanından birkaç dörtlük alıyorum:
“…….
İstibdat boğarken ben ile seni,
Beklerdik ne zaman kurtuluş günü,
Hiç anmamak üzre kapattık dünü,
Bugün Cumhuriyet, bugün Atatürk.
……..
Ergen kız genç oğlan bir tek sırada,
Irkçılık kalmadı hep bir arada,
Halkın iradesi milli irade,
Bugün Cumhuriyet, bugün Atatürk.
İstiklâl ufkunda doğan güneştir.
Cihanın üstüne değen güneştir.
Kara taassubu boğan güneştir.
Bugün Cumhuriyet, bugün Atatürk.
……….”
Âşık Şeref Taşlıova şöyle sesleniyor:
“…..
Biri arı oldu, birisi kovan,
Biri yaralının derdine derman,
Biri büyük asker, büyük kumandan,
Biri Anadolu, Biri Atatürk. ….”
Yalnız savaşı dile getirmedi şairler. Barışı da en güzel dizelerle dile getirdiler. Savaştan mutlu ama yorgun çıkanların duygularını şiirlerine aktardılar. İnanıyorum ki, bu şiirler yetişen gençlere Atatürk sevgisini aşılayan en etkili eğitim aracı olacak. Yine bu şiirler, Atatürk’ün bıraktığı emaneti, koruma, kollama için tutulan nöbetin kutsallığı bilincinin kazanılmasına katkı sağlayacak.