Dünkü yazımda Neşet Ertaş’ın Almanya günlerinden söz etmiştim. Neşet Ertaş büyük bir saz ustası olmasına rağmen babasının yanında hiç saz çalmadı. Bunu da, “Babamın yanında saz çalamazdım. Yani babamın bozlaklara verdiği feryadı ben veremezdim.” diye açıklamıştı.

“Ay dost deyince yeri göğü inleten / Muharrem ustaydı bunu dinleten / Gönül kırmazıdı bilerekten, bilmeden / İnsan velisini neyledin dünya  ……”

Neşet Ertaş'a birçok eserlerinde adını kullandığı ve ona türküler yaktığı Leyla'nın kim olduğunu sorulduğunda, "Eski eşim ve çocuklarımın anası Leyla Ertaş'tır. Ama ayrıldıktan sonra türkülerimde Leyla ismini artık kullanmıyorum,” diye cevap verdi. Bir başka röportajında:

“Leyla gönülün sultanıdır. Leysa'sız insan bir guru ağaç gibidir. Leyla olmasa, bahçenin rengi olur mu?  Kim bu Leyla peki?  Bütün hanımlar için söylüyorum bunu. Bütün hanımlar Leyla,” demişti.

Neşet Ertaş’a “ 'Zahidem Türkünüz' için, 'maya' diyorsunuz. Bozlak ile maya arasındaki fark nedir” diye sormuşlardı. O “Bozlak sınırsız bir feryattır. Onun ölçüsü yoktur. Bozlak'ın küçüğü uzun havadır. O ölçülüdür. Uzun havanın küçüğü de 'maya'dır, demişti. Zahide’nin öyküsünü şöyle anlatmıştı:

“Biz dedelerimizden beri düğünlerde çalıp söyleriz. 13-14 yaşındayken bizim Kırşehir’in Çiçekdağı kazasının bir köyündeki düğünde elime bir şiir yazılı kâğıt verdiler. Sonradan öğrendiğime göre öksüz bir çocuk yazmış bu şiiri. Bu öksüz çocuğu bir aile evine almış, o da o evin kızına âşık olmuş. Kızın adı Zahide imiş. Çocuk askere gidince kızı başkasına vermişler. Ben bu dörtlükleri düzelttim, 45 yıl önce plağa okudum.”

Zahide kurbanım n'olacak halim

Yine bir laf duydum kırıldı belim

Gelenden gidenden haber sorarım

Zahidem bu hafta oluyor gelin

Hep sorarlar: “Neşet Ertaş zengin miydi?” Bir röportajında: “Namerte muhtaç olmayacak ve bir ömrü tamamlayacak şekilde ekmek parası lazım. Eğer ben öldüğümde bir çuval unum kalmışsa ben suç işledim demektir. O un belki ekmeği olamayana ekmek olurdu” demişti

Neşet Ertaş, çingene miydi? Kesinlikle çingene olmanın aşağılanacak bir yanı olmadığı kanısındayım. Eğer Neşet Ertaş Çingene olsaydı, bunu gururla söylerdi diye düşünüyorum. Çocukluk günlerinde yaşadığı dışlanmışlığa üzülüyordu:

“Çocukken bizi dışlıyorlardı. İnsanlar topraktan Abdallar fışkıdan yaratılmıştır,” diye bizi aşağılıyorlardı. Bir de bize cingan diyorlardı. Cingan değiliz ama Cingan’a saygılıyız. Abdallar olarak biz öz be öz Türk’üz.”  Diyor ki:

İkilik noktası çıksın oradan

Birdir Allah adı hoş değil midir

İnsanları bir yaratmış yaradan

İnsanlar hep bir kardeş değil midir

 Neşet Ertaş önceki bestelerinin çoğunda sevgiliye duyulan aşk ve özlem konularını işlemişti. Son yıllarda insanlara belli mesajlar veren eserlere ağırlık verdi.   Allah aşkı, insan hakkı ve sevgisi, ana ve babaya duyulan özlem, ilim ve cehalet, memleket hasreti, ölüm gibi, temalarını işliyordu.

Yüzün güzelliği özün coşkusu

İnsanı var eden sevgidir sevgi

Yaşama sevinci yürek tutkusu

Gönlü yar eden sevgidir sevgi

 

Sevgi dolsun badelere içelim

Sevgiler ekelim sevgi biçelim

Neşet Ertaş, kendisine sunulan 'devlet sanatçılığı' unvanını kabul etmeyişini şöyle anlatır:

"O dönem Süleyman Demirel cumhurbaşkanıydı. Devlet sanatçılığı bana teklif edildi. Ben, 'hepimiz bu devletin sanatçısıyız, ayrıca bir devlet sanatçısı sıfatı bana ayrımcılık geliyor' diyerek teklifi kabul etmedim. 

Şimdiye kadar devletten bir kuruş almadım, bir tek TBMM tarafından üstün hizmet ödülünü kabul ettim. Onu da bu kültüre hizmet eden ecdadımız adına aldım."

Yarın dizinin son yazısında Neşet Ertaş’ta gerçek sevgi kavramından söz edeceğim.