Bu sorum erkeklere gelsin. Hanginiz hayal etmez ki, eşiniz ya de sevgiliniz, sizi sabah kapıdan uğurlarken, içinde biriken sitemlere bir şal örtüp, yanağınıza gül kokulu bir buse bırakırken, “Sakın geç kalma erken gel!” deyiversin.

“Bu akşam gün batarken gel

Sakın geç kalma erken gel

Tahammül kalmadı artık

Sakın geç kalma erken gel

Cefa etme bana mâhım

Sonra tutar seni âhım

Üzme beni şivekârım

Sakın geç kalma erken gel”

Koca var, gözlerini hanımının gözlerinden, ağzından ayırmaz, bir dediğini iki etmez. Onu mutlu etmek, kendinin de mutluluk kaynağıdır. Hanım var, kocasını rabbiyesiri silinmiş yüzle karşılar. “Yine nerede kaldın, boynu devrilesi,” diye iltifatla karşılayıp, sofraya, kocasının başına çalar gibi azar tabağı kor. Koca var, kendisini de bir kadının karnında taşıdığını, emzirdiğini unutur da kadınını hor görür, zulüm eder. Kadın var, içi kan ağlasa da ağzından çıkan bir cümle ve dudağından yayılan bir tebessümle kendine şarkılar yazdırır.

Bırakalım bunları da sözü Türk edebiyatının en çok eser veren yazar, şair gazeteci, tarihçi, milletvekili ve müzisyenlerinden Ahmet Rasim’e getirelim.  Doksan iki yıl önce kaybetmiştik. Size ondan söz edeceğim ama, yukarıdaki girişle ne ilgisi var?

Seveceğinizi umduğum bir hikâye ile başlayayım. Sonun da sizler ilgi kurmayı deneyiniz.

Ahmet Rasim, ehli keyifmiş. Çalışırken içki içmese de yazılarını yazıp, işi biter bitmez, meyhaneye koşarmış.

Her ne hal ise, iki üç gün evine uğrayamamış. Temizlenmek çamaşırlarını değiştirmek için evine gelmiş. Meraklar içinde olan eşi Sadberk Hanım, kendisini her zamanki gibi güler yüzle karşılamış. Banyosunu yaptırmış, elbiselerini ütüleyip giydirmiş. Akşam yemeğini birlikte yiyeceklerini sanıp sevinirken, Ahmet Rasim:

“Hanım, gelirken Selami Paşa’ya tesadüf ettim. Beni akşam Miltiyadi Gazinosu’nda bekliyor,” demiş.

Sadberk Hanım, yine hoş görü ve sevecenlik halini esirgememiş, Ahmet Rasim’in yanağına bir buse kondurmuş mu, onu bilmiyorum. Yalnız, güler yüzle: “Aman Bey, sakın geç kalmayınız, erken geliniz lütfen” deyivermiş.

Bu hikâyeyi daha önce yazanların yalancısıyım: Ahmet Rasim, Bakırköy sahilinde Miltiyadi Gazinosu’na doğru giderken, kulaklarında eşi Sadberk Hanım’ın, “Sakın geç kalma erken gel” sözleri tekrarlanmış. Gazinoya vardığında kendisini bekleyen dostu Selami Paşa’ya:

“Evden çıkarken refikam bana ‘sakın geç kalma erken gel’ diye ricada bulundu. Ben de buraya gelene kadar bu sözleri bir kıta halinde güfteye dönüştürüp besteledim,” demiş. Arkasından, rakısından birkaç yudum aldıktan sonra, dizlerine vurarak elleri ile ritim tutarken, şarkıyı mırıldanmış. Güzel bir rastlantı tam o sırada Gazinosu’nun kapısından ünlü bestekâr Tatyos Efendi girmiş. Masalarına davet etmişler. “Sakın Geç Kalma Erken Gel”in hem güftesinin hem de bestesinin son halini vermişler:

Ahmet Rasim 1864 yılında İstanbul’da doğdu. 21 Eylül 1932’de İstanbul Heybeliada’da toprağa verildi.  Bestekar Osman Nihat Akın’ın dedesiydi.

Babası  Kıbrıslı Bahaeddin Efendi, annesi Nevbahar Hanım’dı. 1875 yılında başladığı Darüşşafaka'da edebiyatla tanıştı. 1883 yılında birincilikle bitirdi.

Ahmet Rasim’in ilk yazısı Ahmet Mithat Efendi’nin Tercüman-ı Hakikat gazetesinde yayımlandı. Bu, “Yolcu” başlıklı bir tercüme yazı idi. Ardından dönemin ünlü gazetecisi Baba Tahir vasıtasıyla Ceride-i Havadis’te fenni konularla ilgili yazı ve tercümeler yayımlamaya başladı. Bir süre Mekteb-i Behrami adlı okulda ve Komonto Musevi okulunda öğretmenlik yaptı. Ahmet Mithat’tan gördüğü teşvik sayesinde 1885’ten sonra kendisini tamamen gazeteciliğe verdi.

1908’de Hüseyin Rahmi ile birlikte 37 sayı süren “Boşboğaz ile Güllâbi” adlı mizah gazetesi çıkardı. Gazeteciliği Malumat, Sabah, Sebat, Güneş, Maarif, Resimli Gazete, İkdam, Boşboğaz, Basiret, Tasvir-i Efkar, Vakit, Akşam, Cumhuriyet gazete ve dergilerinde sürdürdü