Çevre korumacıları, kekliğin de korunması için gereken çabaları gösterilmeli. Kekliğin yaşadığı yörelerdeki yer adlarına kekliklerin adı verilmeli ve bu kuşun hiç olmazsa ismi yaşatılmalıdır. Örneğin bir pınara “Keklik Pınarı” bir tepeye “Keklik Tepesi”, bir dağa “Keklik Dağı” adları verilebilir. Şehirlerde ise sokak ve cadde ismi olarak verilebilir.
İnsanoğlu kekliği avlamış, tutsak etmiş, olmadık ezayı reva görmüş. Bir yandan da kekliği sevmiş, onu sembolleştirmiş, empati yapmış. Keklikle dertleşmiş. Bu Kayseri türküsünde olduğu gibi kendi duygularını kekliğe yakıştırmış:
“Kekliğimin kafesi / Gül kokuyor nefesi / Eşine kavuşursa / Uzun olur sefası”
Bir gün Silifke’nin yanı başındaki Yörük obasına bir ozan gelir. Oba Beyinin çadırına konuk olur. Hoş-beşten sonra Bey:
“Ozanım diyorsun oğul... Bizde ozan dediğin sazına keklik kondurur. Gücün varsa çal sazını, kondur kekliği, konduramazsan çek git bu obadan bir daha da ozanım deme...
Âşık alır sazı eline, yaslanır bir ardıç ağacının gövdesine. Hem çalar, hem de başlar keklik gibi ötmeye... Çevrede ne kadar keklik varsa toplanır başına, kimi sazına konar, kimi omuzuna... Bey bakar ki gerçek âşık, obaya kabul eder. Ona mal verir, davar verir.
Silifke’den açılmışken bir Silifke türküsünü anımsatmadan geçmek istemedim.
Türkmenlerde bin yıl ötesinin Şamanizm etkileri görülmekte. Türkülerinde; mor menekşe, nergis, kekik dil, karlı dağın yaylaları bel veriyor. Sevgililer ulu çınarın dibinden geçmekte; keklik pınarından su içmekte.
Yöre müziğine etken olan doğa, oyunlarda da kendini gösteriyor mu?
Elbette. Sözünü ettiğiniz yörenin oyunlarda tam bir hareketlilik ve çabukluk görülüyor. Bunun da hayvancılıkla büyük ilgisi olduğunu düşünüyorum. Müzik ritimlerine bakıldığında genellikle 9/8, 7/8 gibi oynak ritimli ezgiler çoğunlukta. Tekenin tos vuruşundaki, sekişindeki ritimler 9/8lik şekliyle Türk halk müziğimize yer etmiş ölçülerdir, diyebiliriz. Ermenek yöresinden bir örnek verebiliriz:
“Ermenek’in keklikleri ötüyor
Benim yârim gözlerimde tütüyor”
Hoyrat ve manilerimizde Keklik, bahsi en çok geçen kuşlarımızdandır.
“Bu dağın ensesine /Uyandım yar sesine / Yarım keklik ben şahin / Düşmüşem ensesine “
“Ah keklik aman keklik / Ötüşü yaman keklik / Kınalı parmaklara / Değer pembe eteklik”
“Kekliğim avla beni / Dağlara salma beni / Gece yanında uyut / Gündüzler bağla beni”
“Keklik vurdum kalkmaz / Kanı yere akmaz / Önceki sevdiğim yâr / Bu yıl bana bakmaz.”
“Kekliğim taşta gezer, / Ağzında şeker ezer, / Yârim pek titiz / Herkesten hile sezer”
Halk inanışına göre, Hz. Ali bir gün zor durumda kalır. Düşmanlarından kurtulmak için önüne çıkan bir ağacına tırmanır. Onu kovalayanlar şaşkınlıkla sağa sola bakınırken bir keklik:
“Ali kavağın başında,” bağırmaya başlar.
Bunu duyan düşmanlar, Hz. Ali’yi yakalayarak tartaklar kan revan içinde bırakırlar. Bu sırada Hz.Ali’nin başucuna gelen Keklik gagasını akan kanlara batırarak içer. Onun için kekliğin gagasının ucu kırmızı kalmıştır.
Bu duruma çok kızan Ali kekliğe kargış eder:
“Ya Rabbi! Bu kuşun birisinin ardına bin kulun düşsün, ” der ve duası kabul olur. Onun içindir ki avcılar arasında keklik en gözde av hayvanlarındandır.
Eskişehir yöresinden bir türkü sözleriyle yazımı tamamlayım:
“Kayada Keklik Alayı
Döner Dolayı Dolayı