Söylemek isteyip de söylemekten korktuklarımızı, başkalarının ağzından aktarmışızdır. Onlar. çoğu zaman istibdat yönetimlerinin baskısı, ya da umutsuz bir aşkın, içinize akan gözyaşlarını gizler. Daha çok hayattan göçmüş kişilere yükleriz. Onların da gıkları çıkmaz.

Son yıllarda Aşık Veysel’i, kullanmaya başladılar. Hoşlarına giden, duygularını okşayan pek çok anlamlı söz veya nükteleri Aşık Veysel’e yüklüyorlar.

Guya Aşık Veysel: “ İnan sana değil kastım, cahille muhabbeti kestim  … Derdin varsa git denize anlat. Kedilere, bulutlara anlat. Pencere pervazında çiçeklere anlat. İnsana dert anlatılır mı hiç? … Her gün aklımdan geçiyorsun, insan bir selam verir… Benim sana verebileceğim çok bir şey yok aslında. Çay var içersen, Ben var seversen, Yol var gidersen,” benzeri sözleri söylemiş. Ben Aşık Veysel’den işitmedim. Anekdotları aktaran güvenilir onlarca kişinin yazdıkları arasında okumadım.  Nasıl olsa Mezarından kalkıp “Zinhar, bunları ben söylemedim, diyecek hali yok. Vur abalının sırtına.

Günümüzde sıkça kullanılan toplum eleştirisi, “Leadri” olmuş bir dörtlük var:  Ömer Hayyam’a yakıştırır, mal ederler:

“Celladına âşık olmuşsa bir millet

İster ezan ister çan dinlet

İtiraz etmiyorsa sürü gibi illet

Müstehaktır ona her türlü zillet.”

 Gelin de açıklayın bakalım. Sayfalarca yazabilirsiniz. Tabi Silivri’yi de boylayabilirsiniz.  Yükleyiverin Ömer Hayyam’ın sırtına. Taşısın dursun.

Ömer Hayyam kimdir?

İki üç cümle ile şöyle özetleyebilirsiniz: Ömer Hayyam 18 Mayıs 1048’de Nişabur’da doğdu. 4 Aralık 1131’de aynı şehirde vefat etti. Bir çadırcının oğluydu. Bu yüzden acem dilinde çadırcı anlamına gelen soyadını babasının mesleğinden aldı. İranlı astronom, bilim adamı, şair, bilgin ve filozoftu. Dokuz yüz sene önce nasıl oluyor da doğumunu gün olarak söyleyebiliyoruz?

Asıl adı, Giyaseddin Ebu’l Feth Ömer İbni İbrahim olan Hayyam, Takvim bilginiydi.  Matematik, fizik, astronomi ve tıp alanlarında birçok icadı ve önemli eseri bulunuyordu. İbn-i Sina’dan sonra Doğu’nun yetiştirdiği en büyük bilgin olarak kabul edilmişti. Diğer taraftan, İran ve doğu edebiyatında rubai türünün kurucusuydu. Rubaileri bütün batı dillerine çevrilmişti.

Hayyam, rubailerini yazarken oldukça kolay anlaşılan, akıcı ve açık bir dil kullandı. Şiirlerinde gerçekçiydi. Yaşadıklarını ve gözlemlediklerini olduğu gibi dile getirdi. Ona göre, en şaşmaz ölçü akıl ve sağduyuydu. İnsanoğlu, gerçeğe ancak akıl yolu ile ulaşabilirdi.

Şiirlerinde zamanının haksızlıklarını ve saçmalıklarını ince ve alaycı bir dille yerdi. Dörtlüklerinin konusunu, aşk, şarap, dünya, insan hayatı ve yaşama sevinci gibi temalardan seçti. İnsan hayatının ana dokularına felsefi bir gözle baktı.

“Horasan’ın yıldızı; İran’ın ve Irak’ın dahisi, feylesofların prensi Ömer” diye anıldı.

21 Mart 1079 yılında tamamladığı, “Celali Takvimi” olarak bilinen takvim için büyük çaba sarf etmişti.. Güneş yılına göre düzenlenen bu takvim 5000 yılda bir gün hata verirken, bugün kullandığımız “Gregoryen takvimi” 3330 yılda bir gün hata vermekteydi.

Birkaç rubai örneği vereyim:

Ey zaman, bilmez misin ettiğin kötülükleri?

Sana düşer azapların, tövbelerin beteri.

Alçakları besler, yoksulları ezer durursun:

Ya bunak bir ihtiyarsın ya da eşeğin biri.

 

İçin temiz olmadıktan sonra

Hacı hoca olmuşsun, kaç para!

Hırka, tespih, post, seccade güzel;

Ama Tanrı kanar mı bunlara?

 

Ovada her kızıl lalenin teni

Bir padişahın kanıyla beslendi.

Yerden biten şu mor menekşe yok mu?

Bir güzelin yanağındaki bendi.

Ömer Hayyam’ın, sözleri arasında her birimize uygun düşenler vardır.  Bakınız ne diyor: “Kim demiş haram nedir bilmez Hayyam. Ben haramla helali karıştırmam. Seninle içilen şarap helaldir, sensiz içilen su bile haram.” Canın, canana aşkını ne güzel anlatmış. Şarap konusunu şöyle bitirelim:

“Sen içmiyorsan, içenleri kınama bari bırak aldatmacayı, ikiyüzlülükleri; şarap içmem diye övünüyorsun, ama yediğin haltlar yanında şarap nedir ki?”