1877-1878 Osmanlı-Rus savaşının olduğu dönemde Âşık Şenlik kahramanlık destanlarıyla, koçaklamalarıyla yöredeki milis kuvvetlerin direnç kaynağı olmuştu. Can sağ iken yurdun düşmana verilemeyeceğini belirtiyordu:

“…..

Şenlik durursuz atlara minin

Sıyra gılıç düşman üstüne sürün

Artacaktır şanı bu Al'osmanın

Can sağ iken yurt vermeniz düşmana”

Deyimlerimiz var vatan üzerine: Vatan için üzülmek, merak etmek, anlamında “İçine vatan kaygısı çökmek” deriz. Kendine vatan edinmeye “Vatan tutmak” derler. Kendine bir vatan tutamayanların hali yamandır. Radyo repertuarından bir Rumeli türküsü var. Sözleri şöyle:

Tutamadım ben bir yerlerde bir vatan

Yastığım gül olmuş yorganım diken

Yaktı beni üç günlük gelin iken

Ayrı düştüm ben vatanımdan evimden

Vatansız kalmak, Türklerin en büyük üzüntü kaynağıdır, denilse yeridir. Öyle olmasaydı, kuşların bile en acı ötüşünün nedenini vatansız kalmakla özdeşleştirmezdi. Bakınız bir Afyonkarahisar türküsünde ne deniyor:

..Karataşa benzer senin yatışın

Vatansız kuşlara benzer ötüşün

Yuvamıza yılan aktı yetişin”

Anneler bizi büyütmek için büyük zorluklara katlanırlar, yemez yedirir, giymez giydirir, uyumaz uyuturlar. Acımızla ağlarlar, sevincimiz sevinçleri olur. Bizim için onlardan değerli varlık yoktur.

Yurdumuza anayurt, anavatan demiş, analar gibi kutsal bir değer biçmişiz:

Ana gibi yâr, vatan gibi diyâr olmaz,” demişiz. Bu atasözünün Ana gibi yâr, Bağdat gibi diyâr olmaz biçiminde olanı da vardır. Bir zamanlar Bağdat dillere destan bir kentmiş.

Atalarımızın, “Bülbülü altın kafese koymuşlar, ‘Âh vatanım!’ demiş,” sözünü söylemelerinin nedeni de budur. Kutsal değerlerin başında yurt gelir. Her canlı doğup büyüdüğü, birçok acı tatlı anılar yaşadığı, içerisinde var olduğu yerlerden uzak kalmak istemez. Yeni yerinde ne kadar varlık içinde ve rahat olsa da, çoğu zaman o toprakların ve zamanların özlemini duyar.

Halid Fahri Ozansoy’un destanı ne güzeldir:

O kadar dolu ki toprağın şanla,

Bir değil sanki bin vatan gibisin,

Yüce dağlarına çöken dumanla,

Göklerde yazılı destan gibisin.

Hep böyle bulutlar içinde başın,

Hilâli kucaklar her vatandaşın.

Geçse de asırlar, tazedir başın,

O kadar levendsin, fidan gibisin.

…….

Ey ana toprağı, Ey Anadolu,

Açıldı önünde Türklüğün yolu.

Hamdolsun her yanın bereket dolu,

Cennette bir yeşil meydan gibisin.

Yeni bir ay ördün al bayrağına,

Girdin en sonunda irfan bağına,

Medenî hayatın nur ırmağına,

Ezelden susamış ceylan gibisin…

Vatan şairlerimizden Halim Yağcıoğlu, “Samsun'a onun / Çıktığı bugün, / Vatanda düğün, / Çocuğum övün!” demişti. O gün 19 Mayıs 1919’du.

Yarınki yazıma hazırlığım Celal Sahir Erozan’ın şiiriyle olsun:

O GELİYOR

Yıl 1919

Mayıs'ın on dokuzu.

Kızaran ufuklardan kaldırıyor başını

Yeryüzüne can veren,

Cana heyecan veren

Al yüzlü Oğan güneş.

Takanın burnu nasıl Karadeniz'i yırtar ?

Siz de bir an öyle yırtınız uykunuzu.

Uyanın Samsunlular!

Kurutacak gözlerde umutsuzluk yaşını

Al yüzlü Oğan güneş.

Bugün Çaltıburnu'ndan gülerek doğan güneş.

YIL 1919

Mayıs'ın on dokuzu.

Uyanın Samsunlular.

Uyumak ölüme eş.

Diriltir ruhunuzu,

Ufukta bir gemi var.

Fakat bu gemi niçin böyle yavaş geliyor ?

Fakat yolu mu az, yoksa yükü mü ağır ?

Bu gemi umut yüklü, insan yüklü, hız yüklü !

İçinde bu vatanın derdiyle yanan bağır.

Kurulacak yarını düşünen baş geliyor.

Bir baş ki, gökler bir küme yıldız yüklü.

Bu gemi onun için böyle yavaş geliyor.

Yıl 1919

Mayıs'ın on dokuzu.

Ufukta duran gitgide yaklaşıyor.

Sanki harlı bir ateş

Yakıyor ruhumuzu.

Beklemek üzüntüsü her gönülde taşıyor.

Üzülmemek elde mi ?

Hız yüklü, iman yüklü, umut yüklü bu gemi.

O umut yayıldıkça ruhlara sıcak sıcak,

O hız, doldukça bütün damarlara kan gibi,

Gizli inleyen her yürek canlanacak.

Ateşler püskürecek uyuyan volkan gibi.

Gittikçe büyükleşen

Gölgene dikilmekten karardı gözlerimiz.

Koş, atıl gemi, sana engel olmasın deniz.

Ak saçlı dalgaları birer birer kes de gel !

Kuşlar gibi uç da gel, rüzgar gibi es de gel !

Yarın yazımda kutlu gün 19 Mayıs’ı şiirlerle anlatacağım.