Üç gün sonra, Çarşamba “Sevgililer Günü” diye kutlanacak. Beni kutlayan olur mu bilemem ama, Benim sevgililerim saymakla tükenmez.

Elbette seve seve kutlayacağım. Bir gün de olsa, yaşamla olan bağımızı kaybetmeyeceğiz. İçimizde biriken olumlu duygular, pozitif enerjiler, sevgi olarak dışa vuracak, yaşlı dünyamızın atmosferini saracak.

Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı olmak her yaşta mümkün ve ayıp değil. Nazım Hikmet de aynı görüşte:

“Tahir olmak de ayıp degil

Zühre olmak da,

Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,

Bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte yani yürekte.” demiş

1949 yılında. Faruk Nafiz, aşkta ümitsizlik olmayacağı olamayacağı görüşünde:

Hasretinle geçiyorken bu gençlik çağım,

Ey sevdiğim, ben ümitsiz değilim gene 

Ak düşünce saçların kumral rengine 

Kollarında son aşıkın ben olacağım. 

Ey başında şimdi sevda rüzgarları esen, 

Böyle her gün yollarımdan geçsen de süzgün 

Sen benimsin büsbütün terk olunduğun gün ... 

O mukadder günü, bilmem, düşündün mü sen? 

                   

Ben bir beyaz saçlı aşık, sen bir ihtiyar ... 

O gün bana yaklaşırken ey ilahi yar, 

Esirgeme gözlerimden bir son buseni, 

Kirpiğinden yavaş yavaş bir damla aksın, 

Çünkü, ruhum, sen de o gün anlayacaksın 

Ki hiç kimse benim kadar sevmemiş seni

Melih Cevdet Anday’ndı bu şiir.

Alıntıladığım bir hikâye vardır. Eskiden “Sevgililer Günü” programları yaparken Arkadaşım sevgili Mualla Tetik’le okurduk. Bizi dinleyenlerin gözlerinden yaşlar süzülürdü. Aslında ben de ağlardım, görenler de ağlardı. O hikayeyi aktarayım size. Ama sonunda ağlamayın. Aşk için gözyaşı dökmem eskilerdeydi.

Adı Rose’du. Kan rengi kırmızı güllere bayılırdı. Her yıl Sevgililer Günü'nü kapının önünde bulduğu enfes fiyonklarla süslü kucak dolusu kırmızı güllerle kutlardı.

Eşini kaybettiği yıl da kapısı çalınmış güller kucağına bırakılmıştı. kartta aynı cümleler vardı: "Seni geçen seneden  daha çok seviyorum..." Birden bunların son gülleri olduğunu düşündü. Önceden ısmarlamış olmalıydı. Eşi, her şeyi önceden planlamayı severdi. Gülleri özenle vazoya yerleştirdi. Eşinin kendisine gülümseyen fotoğrafının yanına koydu. Orada kocasının koltuğunda oturup seyretti.

Hüzün dolu bir yıl geçti. Bir sabah kapı çalındı. Yine üzerinde bir kartla birlikte güller karşısındaydı. Sevgililer Günü'nü kutluyordu. Gülleri içeri aldı şaşkınlık içinde telefona gitti. Çiçekçi dükkanını aradı. Onu bu kadar üzmeye kimin hakkı vardı?

Biliyorum" dedi çiçekçi. "Eşinizi önceki yıl kaybettiniz. Telefon edeceğinizi de biliyordum. Bugün size yolladığım gülleri çok önceden ısmarlamış, parasını da  ödemişti. Hep öyle yapardı zaten. Dosyamda talimatı var. Bu çiçekleri size her yıl yollayacağım. Bir de özel kart verdi kendi el yazısıyla Bilmeniz gerekir diye düşünüyorum Ölümünden sonra çiçeklere iliştirmemi istediği kart." Rose hıçkırarak telefonu kapadı. Zarfı açıp, kartı okudu. "Merhaba sevgilim" diye başlıyordu kart.

"Bir yıldır ayrıyız. Umarım senin için zor olmamıştır. Yalnızlığını ve acılarını hissedebiliyorum. Giden sen, kalan ben olsaydım neler çekerdim kim bilir? Sevgi paylaşıldığında yaşamın tadına doyum olmuyor. Seni kelimelerle anlatılamayacak kadar çok sevdim. Harika bir eştin. Dostum, sevgilim benim. Bir yıldır ayrıyız. Kendini bırakma. Ağlarken bile mutlu olmanı istiyorum. Onun için bundan sonraki yıllarda güller hep kapımızda olacak. Onları kucağına aldığında paylaştığımız mutluluğu ve sevgimizi düşün. Seni hep sevdim. Her zaman da seveceğim. Lütfen... Mutluluğu yeniden yakalamaya çalış. Kolay değil, biliyorum ama bir yolunu bulacağına eminim. Güller, senin kapıyı açmadığın güne dek gelmeye devam edecek. O gün çiçekçi beş ayrı zamanda gelip kapıyı çalacak, eve dönüp dönmediğini kontrol edecek. Beşinciden sonra emin olarak gülleri ona verdiğim yeni adrese getirip, seninle yeniden ve ebediyen kavuştuğumuz yere bırakacak..."