Bir ata sözü ile başlayayım. İster darbımesel, ister benzetme, ister atasözü deyiniz: “Teşbihte hata olmaz” demiş atalarımız. Biz de böyle bilmişiz ki, “yeri geldiğinde, çirkin, kaba bir benzetme ile anlatıma etkili bir hava vermek, saygısızlık değildir. Kimse bundan alınmamalıdır.” O atalar ki, “ev danası öküz olmaz,” diye buyurmuşlar. Tanıdık kimseler, kendi güçleri, yetenekleriyle çok çabalasalar, türlü güzellikler ortaya koysalar da dışarıdan gelenler karşısında geri planda tutulurlar.
Görüntüyü yakın plandan verelim: Anaların kadife yüreğini bir yana bırakalım. Bizim topraklarda babalar, oğullarına yürekten sarılıp da becerilerini, başarılarını kutlamışlar, marifetlerine iltifatla karşılık vermemişlerdir. Şımarır diye, nazar değer diye korkmuş, öyle bir evlada sahip olanlara karşı teeddüp edip yürek sesini dışa vurmamışlardır.
Sizi, âşık, ozan, kalem şairi, saz şairi kime denir tartışması içine sokmak istemiyorum. Henüz hayatta iken bir sanatçıyı bu sıfatların biri ile etiketlemek yanlış olur. Birkaç yıl önce Bekir Akbulut için yazdığım yazılarda onun kalem şairi olduğunu belirtmiştim. Son zamanlarda onun eserlerini saz eşleğinde de terennüm ettiğini görmekteyim. Sefil Selimi de kırkından sonra saz çalanlardan olmuştu.
Amacım, toprağım Ozan İhlâsî Bekir Akbulut’un Doç. Dr. Uğur Başaran tarafından hazırlanan şiirleri üzerine “Yapı ve Muhteva” bakımından incelemeyi içeren “Sarıçiçekler Güldestesi” adlı kitabını tanıtmaktı. Ama on yıl geriye gidip, İhlasi’nin süreç içinde gelişimini ve ozanlığın gül dikenli yolunda ustalığa ya da olgunluğa ulaşmasını sergilemek istedim. Bu yola Sünni çevrelerde yetişen diğer sanatçılar gibi, çağdaş yörüngede geleneksel halk şiiri kalıpları içinde kalem şairi olarak çıkmıştı.
2012 yılında ilk şiir kitabı “Meyri” adı ile yayınlamıştı. Kitabın adını taşıyan şiir şekil ölçü acısından güzel ve derinlik kazandırılmış bir nazire yani benzekti:
“Aradım aynada saklandım sırda
Sensizlik içimde üşüyor Meyri.
Kadir gecesinde gökteki nurda
Cemalin içime düşüyor Meyri…”
İki yıl sonra, Cumhuriyet Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden Kübra Güney, Bekir Akbulut hakkında titiz bir inceleme yapmış. “Eyvallah Bekir Akbulut Hayatı ve Şiirleri” adını ile yayınlanmıştı.
Aynı Üniversite’nin çok değerli öğretim üyesi Dr. Doğan Kaya’nın 16. Yüzyılda Samut’tan Bekir Akbulut’a kadar Sivas yöresinin âşıklık potansiyelini özetleyen takdim yazısı kitaba artı değer kazandırmıştı.
Kübra Güney, önce, Bekir Akbulut’un hayatını ve şiire başlayışını ele almış. İkinci bölümde şiirlerini incelemişti. Teknik olarak vezin, kafiye, dil ve üslup alanındaki durum tespitinden sonra, şiir temalarını sınıflamıştı Bu temalar arasında Akbulut’un kişilere, doğaya ve memlekete yazdığı güzellemeler vardı. Koçaklamaları, tasavvuf şiirleri, taşlamaları bulunuyordu.
Kübra Güney, Bekir Akbulut’u etkileyen şairler arasında, yukarıda anımsattığımız Abdülrahim Karakoç’un dışında Sefil Selimi’yi anımsatıyordu.
Sefil Selimi şöyle demişti:
“Hor görme, Rahman’ın kudreti kulda
Kul yanmasın Sefil Selîmi yansın
Her maharet mevcut el oğlu elde
El yanmasın Sefil Selîmi yansın…”
Bekir Akbulut ise, kitaba adını veren ve nazire geleneğine alınabilecek şiirinde, günümüz şairlerinde pek rastlanılmayan, derin tasavvuf duygularının zirvesine yükselmişti:
Yaratıldım ben de kulum biliniz
Gül solmasın BEKİR solsun eyvallah
Gönül kırmak bana zulüm biliniz
El solmasın BEKİR solsun eyvallah
Gönül hanesinin yüce dağında
Ararım yerimi sevgi çağında
Razıyım dikene dostun bağında
Dal solmasın BEKİR solsun eyvallah
….
Kibir gömleğini sırtımdan soydum
Yönümü doğrultup Hak yola uydum
Azda çoğu bulup dünyaya doydum
Kul solmasın BEKİR solsun eyvallah
Yarınki yazımda ilk kez bir bilim adamının nazarında Bekir Akbulut’u göreceğiz.