Haşim Nezihi, “Takvimden bir yaprak kopardım kızım, / Ömründen bir günün gitti diye yan! / Bu günden kalacak ne arda kızım, / Bir yığın hatıra, bir siyah duman. ….”

Bugün, takvimden bir yaprak daha düştü. Ömürden koca bir gün, su gibi aktı. Ne güzeldi o mısra: “Ömrüme, ömrün düştü.” Evet, bugün de akşam oldu. Sabaha ermek için şükürlü dualar edilir. Niçin akşama erilmek için olmasın. Vecdi Bingöl’ün dizelerinin kendisi bir musiki. Saadettin Kaynak’ın sihirli duyguları notalara dokunuvermiş:

Enginde yavaş yavaş, / Günün minesi soldu, / Derdim bana arkadaş / Bugün de akşam oldu. // Gölgeler indi suya / Kuşlar vardı uykuya / Gurbeti duya duya / Bugün de akşam oldu // Su uyur fısıldaşır / Gider yâre ulaşır / Yolcu yolda yaraşır / Bugün de akşam oldu”

Hanginiz özlememişsinizdir bir beyaz evi? Ziya Osman Saba özlemesin? Ben de alın o kadar.

Bu şiiri ilk kez okuduğum zaman. Arkama yaslandım. Gözlerimi kapadım. O beyaz evin içine kimseye derman olmasın diye söyleyemediğim “Sen”i yerleştirdim. Film şeridini yüreğimin sinemasında akıtmaya başladım. Melankoli perdesine düştü görüntüler:

Gözlerimin önünde hep aynı beyaz ev.

Her dağ yamacına kurduğum,

Beliren her su kenarında,

Pembe damlı, yeşil pancurlu, balkonlu,

Balkonuna tırmanan sarmaşık.

Gece, pencerelerinden sızacak ışık,

Kışın tütecek bacası.

Kapıyı ittiğinde çalacak bir çıngırak.

-Duyuyorum o sesi şimdiden, berrak-

Geçeceğim yol, çıkacağım üç basamak,

Ellerinden sıyırıp atacağım eldiven,

Her halin, gülüşün, kokun, bütün ruhunla sen!

Ah, bütün bir ömür bırakmayacağım el,

Okşayacağım saç, dinleyeceğim ses,

Bakmakla doymayacağım yüz…

Açık pancurlardan o gün dolacak gündüz,

O günkü hava,

Bir kapıyı açman, dolaşman sofada.

Şaşıracağım: Böyle gezinen kim?

-Evim! Evim!.. Ellerimle asacağım

Camlarına perdelerini.

Yatak odasında düşüneceğiz bir an

İki kişilik karyolanın yerini…

Yatak odamız, yemek odası, kiler

Raflarında ellerinle yapılmış reçeller.

Karşı karşıya oturacağımız sofra,

Sürahide ışıldayan su,

Yazın, rüzgâra koyacağımız testi;

Senin yatacağın öğle uykusu…

Sararacak bir yandan çardaktaki üzümler,

Kâh esecek rüzgâr, kâh dinleyeceğiz yağmuru,

Kâh karlarla bembeyaz kesilecek çimenler.

Hep geçireceğiz içimizden:

Hayat beraber, ölüm beraber…

Şu göklerin altında,

Olacağız o kadar bahtiyar

Ki çıkıp mezarlarından annemiz, babamız da,

Beyaz evimize yerleşecekler,

Uzun kış geceleri onlar da aramızda

Göz göze bakışacak, mangalı eşecekler.. “

Derken, derken film bitti. Koca Yunus, bu dünyanın gelip geçici olduğunu, mala mülke fazla değer vermemek gerektiğini ne güzel anlatır: "Mal sahibi mülk sahibi / Hani bunun ilk sahibi. / Mal da yalan mülk de yalan / Gel biraz da sen oyalan..."

İstediğiniz kadar yalan deyiniz. Oyalanırken, soyunu devam ettirmek göreviniz vardır. İster hayalinizdeki beyaz ev, ister köşk saray, isten kerpiç duvarlı, toprak damlı bir oda, ister bir mağara ya da ağaç kovuğu malsız, mülksüz olamazsınız. Necati Cumalı’nın şiirini bir günübirlik oluşumdan, dolanıp dolaştığınız ömrü kadar genişletebilirsiniz:

Dolandım dolaştım boşandı yağmur

Saçım ıslak kunduram çamur

Eve döndüm yağmur getirdim

Ev yeşerdi ben yeşerdim.”

Ev yeşerdi, ben yeşerdim. Ne mutlu. Hayatın son çeyreğinde fark etseniz de. Kamyon ya da minibüs arkası sloganlardan “Ömür dediği üç gündür; Dün geldi geçti, Yarın meçhuldür. O halde ömür dediğin Bir gündür; o da bugündür.”

Akşam çocuklarımızla birlikte olmanın sevinç, huzur, mutluluğunu yaşarken, karşımızda oturan torunum cep telefonuyla oynuyordu. Meğer gizli gizli benim ve babaannesinin fotoğrafını çekiyormuş. WhatsApp’ta gördüm. Hani fotoğraf kartı olsaydı baktıklarım, arkasına neler yazardım? Ahmet Muhip Dranas’ın “Ev içi” adlı şiiri vardı. Hatırlayamadım. Ama şu dizelere ulaştım:

“….

Yumuşak zincirini sürüyerekten

Eski bir şarkısı tekrarlar, neden:

Pencereden selam verir mendilim

Senden başka yoktur benim sevgilim”