Kimi oduna, kimi makasa yakıştırır. Sonu uysa da uymasa daya dayandırılır. Seçim sathı mailinde dereden tepeden, uysa da, uymasa da yazayım istedim.

Eski Osmanlı Sultanları döneminde, Cuma selamlıklarında, halkın sultanın yüzüne karşı: “Gururlanma padişahim, senden büyük Allah var!,” diye bağırırlardı.

Bunu köşeye bırakıp, yeni bir fasıla geçeyim:

Sözlerinin kime dokunacağını, nereye varacağını düşünmeden ve saygısızca konuşan, davranışlarına dikkat etmeyen kimselere patavatsız denir. Eski dille münasebetsiz, diyebilirsiniz. Sözünün uygun düşüp düşmeyeceğini, düşünmeden aklına estiği gibi söz söylerler veya davranırlar.

Ortalıkta söylenmeyecek sözleri daha doğrusu hiçbir yerde söylenmemesi gereken şeyleri söylerler.

Günümüzde “Senden büyük Allah var,” diyebilecek bir kimse var mıdır? Yerli yersiz alkışlayanlar ve bunu teşvik edenlerin veballeri büyük olsa gerekir.

Yüze gülücü, dalkavuk yaradılışlı kişileri:

Ne utanmaz köpekleriz; / Kimi görsek etekleriz!” diye hicveden Namık Kemal, İnsanoğlunun çıkarları uğruna ne kadar alçaldığını onurundan nasıl vazgeçtiğini anlatır.

Başkan, Lider, Reis, kaptan, çoban; adına ne dersiniz deyiniz, leyleğin uçarak getirip bıraktığı bebek gibi gökten zembille inmez. Onu çevre ve günün koşulları yetiştirir. Erginleştirir, ona üstün nitelikler, manevi zenginlikler kazandırır. Bu özellik karizmatik liderlerin en belirgin üstünlükleridir.

Liderlerin yetişebilmesi, kendine özgü nitelikler ve özellikler kazanabilmesi için, ruh sağlığının, içinde yaşadığı ortamın buna uygun olması en azından değer yargıları takdir ölçülerinde sağlam kritere sahip bulunması gerekir. Aşırı pohpohlamalar, koltuk vermeler, yerli yersiz alkışlar, liderlerin başını döndürür, yürüdüğü yolun işaret taşlarından şaşmasına, geçeklerden ayrılmasına, sendelemesine neden olur.

Hepimizin değer yargısı, algısı farklıdır. Kimi başkana, liderlere, reislere, vesairelere farklı açılardan bakabilirsiniz. Görür veya sanırsınız ki, bazılarının yüzünün nuru gitmiş, çehresinde bir pozitif ifade kalmamış. Küstah bulursunuz, Nemrut’a, terbiyesize benzetirsiniz. Televizyonda gördüğünüz zaman, “Şuna bak, yüzünden rabbi yessiri silinmiş” ya da "rabbiyasılı kaçmış" demeden kendinizi alamazsınız. O kişinin meymenetsiz güvenilmez, bozuk suratlı olduğunu veya o hale geldiğini sanırsınız.

Soğuktur, iticidir, tebessümün, şefkatli, sevimli bir bakışın ne olduğunu unutmuştur.

Efendim, gördüm ki, farkına varmadan tehlikeli sularda yüzmeye başlamışım. Aman, neme gerek.

Hatırlar mısınız Şemsi Yastıman’ı. Meslekler destanında şöyle diyordu:

“…

Müteahhit oldum tez iflas ettim

Avukat oldum hep boş dava güttüm

Gazeteci oldum çok fazla öttüm

Dıhtılar mapusa birkaç söz ile…”

Vakitsiz öten horozun boynunu vururlar. Zaman zaman basiretimiz bağlanıp gafil davransak da, büyüklerimizin öğütlerini kulak arkası edemeyiz. “Her laf yeri geldiği zaman konuşulmalıdır, yeri ve zamanından önce söylenmiş her söz, beraberinde büyük sorunlar getirir.”

Her insan, düşüncelerini bir başkasına söylemeden önce, yerini ve zamanını iyi ayarlaması gerekir. Her söz, her yerde söylenmemeli ve belli koşullar oluştuktan sonra gereken konuşma yapılmalıdır. Böyle davranılmadığı zaman, kötü sonuçlara sebebiyet verilebilir.

Yunus’un bugün birçok kişi tarafından ezbere bilinen beyitlerinden birisi şöyle:

Söz ola bitire savaşı, söz ola kestire başı

Söz ola zehirli aşı, bal ile yağ ede bir söz

Bir de ne söyleyeceğini bilmek, önemli. Bunun yanı sıra, neyi nerede, nasıl ve ne zaman söyleyeceğini bilmek, çok daha önemli