Millet olarak hep birbirimizden dert yanarız, herkes birbirinden şikâyetçi… Kimileri sözlü olarak şikâyetini dile getiriyor, kimileri işi mahkemeye kadar götürüyor. Hep şikâyet ediyoruz ama dönüp aynaya bakma noktasında çok mahir olduğumuz söylenemez.

Ülkemiz nüfusunun neredeyse tamamı şehirde yaşıyor ama şehir kültüründen çok haberimiz yok, haberi olanlar da habersiz gibi davranıyor.

Toplum olarak hoşgörümüz azaldı, en küçük şeyleri bile kavga konusu yapıyor, çocukların kavgasını bile sokak savaşına çeviriyoruz.

İnsanlara saygımız da kalmadı… İnsanlar kurallara uymuyor, faturasını dürüst olanlar ödüyor.

Mahalle arasında sürat yapmayı alışkanlık haline getirdiğimiz için sokaklar hendeklerle doldu. Neredeyse her sokakta araçlar yavaş gitsin diye kasisler yapılmış.

Okul önlerinde ve yaya geçitlerinde anlaşılabilir bir durum ama mezarlık içindeki yollarda bile kasislerimiz var.

Kamera veya polis yoksa çoğu kimse kurala uymadığı için zorlama ile insanlar yola getirilmeye çalışılıyor. Kurala uyanlar da kurala uymayanların faturasını ödüyor…

Sokak ortasında araba park edip, araçların geçişini engelliyorlar, itiraz edene de sopalarla saldırıyorlar. Sorsan utanmadan medeniyet dersi verecek!

Camdan veya balkondan halı ve bez silkelemeyi kendilerinde hak olarak görenler var. Komşu zarar görmüş, rahatsız olmuş umursamıyorlar.

Ortak alanları temiz kullanmak gibi bir alışkanlığımız neredeyse hiç yok. Sigara izmaritlerini veya elindeki çöpü sokağa atmak olağan kabul ediliyor.

Sorsan herkes çok insani, çok centilmen ama toplu taşıma araçlarında veya toplu yerlerde sesini sonuna kadar açıp cep telefonundan müzik dinliyorlar veya sesli video seyrediyorlar.

Toplu taşıma araçlarında büyüklere yer vermeyi geçtim, üç kişilik yeri işgal ederek seyahat etmeyi tercih ediyorlar. İki kişilik koltuğa yayılarak oturuyor, bir kişilik yere de çantasını koyuyor; insanlar ayakta beklemiş umursamıyorlar.

Otobüslerde kapı önünde durmak en büyük zevkleri olacak ki, binen çoğu insan bindiği yerde bekliyor, yol açalım, ilerleyelim düşünen yok.

İnenlere rahat vermemek için arka kapı önünde beklemek de en büyük hobileri; Çanakkale geçilmez misali otobüsten indirmemek için neredeyse bariyer kuracaklar…

Nazikçe uyarsan, hemen dikleniyor; ikinci itiraz cümlesinde saldırıya geçiyorlar…

Hiç de zahmetli olmayan, çok basit kurallara hepimiz uysak, insanların hayatı kolaylaşacak… Gereksiz tartışmalar ve kavgalar azalacak, hatta bitecek...

Siyasi konularda inatlaşma alışkanlığımız var da bu kadar basit kurallara uymakta niçin inat ediliyor, anlamak mümkün değil…

İnsanlık için biraz anlayış ve vicdan yeterli…

*****

Bir 23 Nisan anısı

İzmir’de bir özel okulun müdürüyüm. 23 Nisan sabahı. Okulda öğrenciler cıvıl cıvıl... Öğretmenler koşuşturuyor. Veliler telaşlı. Birazdan tören başlayacak, tatlı bir heyecan. Kapım çalındı... İçeriye bir mini mini girdi. Dudağını bükmüş, gözü yaşlı.

- Hayrola… Neden ağlıyorsun?

- Öğretmenim törende okumam için şiir verdi bana.

- Ne güzel… Sen okumak istemiyor musun?

- İstiyorum ama sevmedim ben bu şiiri.

Şiiri alıp baktım. Mustafa Necati Karaer’in “Mustafa Kemal Rüzgarı” adlı şiiri...

- Neden sevmedin bu şiiri?

- İçinde bilmediğim bir sürü sözcük var. Sonra bu şiirden bir şey anlamadım ben.

- Öğretmenine söyleseydin değiştirirdi şiiri.

- Söyledim ama programa yazıldı. Müdür bey kızar dedi. Sahi kızar mısın?

- Adın ne senin?

- Şeyma!

- Bak Şeyma’cığım. Ben senin gibi dünya tatlısı bir öğrencime hiç kızar mıyım… Ama bebeğim, tören birazdan başlayacak. Bu kadar kısa bir sürede yeni bir şiiri nereden buluruz?

- Biz yazalım.

- Biz mi yazalım, anlamadım.

- Müdür amca sizin şiir kitaplarınız varmış, yani şiir yazıyorsunuz. Bir tane de birlikte yazsak olmaz mı?

Hem şaşırdım hem de hoşuma gitti.

- Şeyma’cığım nasıl olacak peki?

- Bak müdür amca. Annem babam ve öğretmenim bana Atatürk hakkında çok şey anlattı. Şimdi, masanızın arkasındaki duvarda Atatürk resmi var ya…

- Evet var.

- Hah işte, ben onunla konuşayım. Siz de konuştuklarımızı yazın.

Bunca yıl şiir yazdım durdum. Oysa ilk defa karşımda gözü yaşlı bir mini mini bana bir daha nasip olmayacak bir deneyim yaşatacaktı. Tüm dikkatimi bu can parçası ilham kaynağına odakladım.

Sonra Şeyma karşımdaki koltuğa oturdu. Duvardaki Atatürk resmine baktı baktı ve çocuksu bir tavırla konuşmaya başladı. O an sanki kalemimi elimden almıştı o küçücük kız. Yazan el benim, yazdıran yürek o mini mini kalpteki Atatürk sevgisiydi.

Tören başladı. Okul Müdürü olarak klasik bir açılış metni hazırlamıştım. Onu dosyaya kaldırdım. Açılışa Şeyma ile çıktık. Az önce yaşadıklarımızı izleyenlere sunduktan sonra mikrofonu Şeyma’ya verdim. Heyecandan titreyen sesiyle şiiri okumaya başladı.

Önce, annemden duydum

Atam senin adını.

Sonra babam anlattı,

Senin yaptıklarını.

Çok büyük adammışsın,

Kurtarmışsın ülkemi.

Devrimler cumhuriyet,

Atatürk yapmış seni.

Elinde tebeşirin

İlk öğretmenim sensin

Özgürlük sevdalısı

Atamsın, liderimsin.

Dünya çocuklarına

Ödülündür bu bayram

Her 23 Nisanda

Kalpler seninle atam.

Ölmüşsün 10 Kasımda,

İnanmadım ben buna.

Gerçekten ölmüş olsan,

Yaşar mıydın ruhumda?

Sonra öğretmenim de,

“Atatürk ölmez” dedi.

Sınıfta resmin o an,

Bizlere gülümsedi.

İnan koruyacağım,

Senin eserlerini.

Ama henüz küçüğüm,

Büyüyünce gör beni.

Şeyma diliyle değil, yüreği ile okudu şiiri. Öylesine coşkulu, öylesine duyarlı, öylesine hırslı idi ki onca izleyici önünde kendimi tutamadım. Şiirin sonunda o da gözyaşlarına hakim olamadı. Sonra ne mi oldu? Bütün salon dakikalarca alkışladı kendisi küçük yüreği kocaman Atatürk sevdalısını.

Sahnede bu olağanüstü duygu selini yaşarken Şeyma elinde mikrofon olduğunun farkına varmadan bana döndü ve ürkek bir sesle “Müdür amca, izin almadan sana geldiğim için, şiiri değiştirdiğimiz için öğretmenim bana kızmaz değil mi?” diye sorunca bir eğitimci olarak içim sızladı. Bizler anne baba öğretmen olarak bilinçsizce ne kadar ürkütüyor, korkutuyoruz yavrularımızı. Onları koruduğumuzu zannederek aslında hayal güçlerini örseliyor, öz güvenlerinin yitimine neden oluyoruz.

Şeyma’ya “Bilmem ki en iyisi öğretmenini çağırıp soralım” der demez ön sıralarda gözleri yaşlı öğrencisini alkışlayan Saadet öğretmen sahneye koştu ve Cumhuriyet ormanına dikilen Atatürk sevdalısı minik fidanına sarılıp onu gözyaşları ile suladı.

Şimdi, tarihin yetiştirdiği en büyük liderin altın destanını, 23 Nisanları, 19 Mayısları, 29 Ekimleri, 30 Ağustosları sudan sebeplerle sözüm ona unutturmaya çalışanlar…. Yukarıdaki şiiri, bir kez daha dikkatlice okuyun ve kiminle boy ölçüşmeye kalktığınızın farkına varın. Onun dirisi dünyaya yetti, ölüsü de size yeter...

(Erdoğan Sarıgül)

*****

TEBESSÜM

Beyin

Temel’e sormuşlar:

- İki tane beyne sahip olan kimdir?

- Hamile kadın…

*****

GÜNÜN SÖZÜ

Hayatınızın kalitesini, hayatınızdaki insanların kalitesi belirler.

J. Brown