Okuduğum fakültede o da hocalık yapmış. O döneme denk gelmedim. Ama öğrencilerinin öğrencisi oldum. Yeni Türk Edebiyatı Kürsü’sünde, Kaplan, Akün, Emil, Enginün, Kerman gibi hocalar vardı.

Ancak, bilgi havuzumu onun “19'uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi” kitabından doldurmuş, kaynak edinmiştim. Yalnız bu kitap dahi kim olduğunu size hatırlatmıştır. Ama eminim size “Bursa’da Zaman” desem bileceksiniz. Aşağıya kopyaladığım şiir çoğunuza adını söyletecektir:

Ne içindeyim zamanın,

Ne de büsbütün dışında;

Yekpare, geniş bir anın

Parçalanmaz akışında.

Bir garip rüya rengiyle

Uyuşmuş gibi her şekil,

Rüzgârda uçan tüy bile

Benim kadar hafif değil.

Başım sükutu öğüten

Uçsuz bucaksız değirmen;

İçim muradına ermiş

Abasız, postsuz bir derviş.

Kökü bende bir sarmaşık

Olmuş dünya sezmekteyim,

Mavi, masmavi bir ışık

Ortasında yüzmekteyim… “

Uzaklarda sandığımız yaz, ömrü olanın ayağına geliverecektir. Omuzlarımızı güneşe vermeyi, derin derin sıcak havayı ciğerlerimize çekmeyi, Kemiklerimizi ısıtmayı insan özler mi? Özlermiş. Çayır çimenin beni çektiğimi hissettim. On beş, on altılı yaşlara gidebilseydim. Ah!

“Sen akşamlar kadar büyülü, sıcak,

Rüyalarım kadar sade, güzeldin,

Başbaşa uzandık günlerce ıslak

Çimenlerine yaz bahçelerinin.

Nice yazlar yaşadım. Pek çoğunuz da yaşamıştır kuşkusuz. Başınızı kaldırıp, beyaz beyaz bulutları izlemişsinizdir. Ya da bir ikindi zamanı çınar gölgesinde iki bakışın hülyası içinde erimişsinizdir. İşte şuranızda bir yakışı duyumsayıp elinizi bağrınıza götürmüş, hüzün yumağı sarmışsınızdır:

“Mavi, maviydi gökyüzü

Bulutlar beyaz, beyazdı

Boşluğu ve üzüntüsü

İçinde ne garip yazdı…

Garip, güzel, sonra mahzun

Işıkla yağmur beraber,

Bir türkü ki gamlı, uzun,

Ve sen gülünce açan güller,

Beyaz, beyazdı bulutlar,

Gölgeler buğulu, derin;

Ah o hiç dinmeyen rüzgâr

Ve uykusu çiçeklerin.

Mor aydınlıkta bir çınar

Veya kestane dibinde;

Mahmur süzülen bakışlar

İkindi saatlerinde…

Birden gülümseyen yüzün

Sabahların aynasında

Ve beni çıldırtan hüzün

İki bakış arasında.

Konuyu dağıttığımı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Adını hatırlatmaya çalıştığım şair, romancı, bilim insanı, eserleriyle olduğu kadar, nitelikleri, sahip olduğu kültürün derinliği ile de, yakın devir edebiyatımızın önemli kişilerinden biriydi.

Roman alanında çok sayıda eser vermemesine rağmen, ancak, ölümünden sonra yayınlanabilmişti. Hakkında kırka yakın inceleme kitabı çıkmıştı.  O, çağdaşlaşma sürecinde bireyin, geleneksel kültürle modern kültür arasında sıkışması, yaşadığı çatışma, bunun toplum hayatına yansımasını romanlarında işlemişti. Yukarıda Bursa’da Zaman şiirinden söz ettim. Bu şiiri okurken uhrevi duygular iklimine girmeniz mümkündür:

“Bursa’da bir eski cami avlusu,

Küçük şadırvanda şakırdıyan su;

Orhan zamanından kalma bir duvar…

Onunla bir yaşta ihtiyar çınar

Eliyor dört yana sakin bir günü.

Bir rüyadan arta kalmanın hüznü

İçinde gülüyor bana derinden.

Yüzlerce çeşmenin serinliğinden

Ovanın yeşili göğün mavisi

Ve mimarîlerin en ilâhisi.

Bir zafer müjdesi burda her isim:

Sanki tek bir anda gün, saat, mevsim

Yaşıyor sihrini geçmiş zamanın

Hâlâ bu taşlarda gülen rüyanın.

Güvercin bakışlı sessizlik bile

Çınlıyor bir sonsuz devam vehmiyle.

Gümüşlü bir fecrin zafer aynası,

Muradiye, sabrın acı meyvası,

Ömrünün timsali beyaz Nilüfer,

Türbeler, camiler, eski bahçeler,

Şanlı hikâyesi binlerce erin

Sesi nabzım olmuş hengâmelerin

Nakleder yâdını gelen geçene.

Bu hayâle uyur Bursa her gece,

Her şafak onunla uyanır, güler

Gümüş aydınlıkta serviler, güller

Serin hülyasıyla çeşmelerinin.

Başındayım sanki bir mucizenin,

Su sesi ve kanat şakırtılarından

Billûr bir âvize Bursa’da zaman.

Yeşil türbesini gezdik dün akşam,

Duyduk bir musikî gibi zamandan

Çinilere sinmiş Kur'an sesini.

Fetih günlerinin saf neşesini

Aydınlanmış buldum tebessümünle.

………….. “

Yine de hatırlamadanız mı? Öyleyse yarınki yazımı bekleyiniz.