Kuzey Ege’den Gökçeada’dan selamlar. Ada’ya geldiğimde adadan söz etmeden olmuyor. Bir yıl önce yine buradayken “bir göç bir devlet bir ada” adlı yazımı paylaşmıştım sizlerle.

On beş gündür adadayım, kavuştuk sevdiceğimle. Sabah serinliğinde, mutfak masasında, arada bahçedeki narlara da bakarak yazıyorum. Yine beş duyum teyakkuza geçti. Ada bana şiir yazdıramasa da şiir okutuyor. Dağlardan esen kekik kokularını açgözlü burnum gönlüme dolduruyor yine.

Gizli Liman’da denize açılan küçük bir mağara girişi var. Dün ilk kez o mağaradan suya girip birkaç metre yüzüp denize çıktım. Ömrümde duymadığım harikulade kokular duydum. Neyin nesiydi, kaynağı neydi o güzel kokunun? Nasıl bir nimetti bu? Çiçeklerin, egzotik meyvelerin kokuları birbirine karışmış gibi baş döndürücü güzellikte bir koku. Kim bilir belki de el ayak çekilince o mağaradan melekler denize giriyordur ve bize o mis kokuyu armağan bırakıyordur.

Sonra deniz kıyısında oturdum, dinginlik, rahatlama, huzur kısa süreliğine usul usul salınıp geldi. Denize bakarken bir fotoğrafı hatırladım, huzur duygum yerini tuhaf bir mahcubiyet duygusuna bıraktı, ince bir sızı, yel oldu geldi, göğsüme yerleşti. Ellerinde iş eldivenleri, üstüyle başıyla orada öylece durmuş denize bakan bir tersane işçisinin arkadan çekilmiş bir fotoğrafıydı bu. Sezi Kalkavan paylaşmış ve fotoğrafın altına şöyle yazmıştı; “Denize girmeye gitmiştik. Arkada sahilin biraz ötesinde bir tersane var. Bu adam oradan sahile yürüdü. Denize baktı. Hayatında ilk defa gözlerini açan ve ilk defa denizi gören gözlerle, hayran adımlarla denize yaklaştı. Denizi izledi. Denizi gördü. Kelimelerin cılızlığı böyle bir şey. İçimde bu kareyi mıh gibi tutuyorum. İş eldivenlerinden, ayağının altındaki denizden tutuyorum. O deniz ki benim az önce girip doyasıya yüzdüğüm... O mavi kime ait şimdi?”

Telefonumu açıp, bir şiiri mırıldanarak, o fotoğrafa tekrar baktım;  “Sana buraya bazı şeyler koyuyorum. Yol boyunca aklında olsun. Lazım olursa açar okursun. Olmazsa da olsun, bir zararı yok burada dursun./Şuraya bir cümle koydum. Bırak, acımızı birileri duysun. Hem zaten şiir niye var? Dünyanın acısını başkaları da duysun!/Acı mıhlanıp bir kalpte durmasın. Ortada dursun. Olur ya biri eline alır okşar, biri alnından öper. Az unutursun./Buraya tabiatı koydum. Ağaçları, suyu, ovayı, dağı. Onlar bizim kardeşimiz, çok canın sıkılırsa arada onlarla konuşursun./
Buraya, küçük mutlu güneşler koydum. Günlerimiz karanlık ve çok soğuyor bazı akşamlar, ısınırsın./
Buraya, bir inanç bir inat koydum. Tut ki unuttun, tekrar bak, o inat neyse sen osun./
Buraya yolun yokuşunu koydum. Bildiğim için yokuşu. Zorlanırsa nefesin, unutma, ciğer kendini en çabuk onaran organ, valla bak, aklında bulunsun./ Buraya umutlu günler koydum. Şimdilik uzak gibi görünüyor, ama kim bilir, birazdan uzanıp dokunursun./ Buraya bir ayna koydum arada önüne geç bak; sen şahane bir okursun. Mesai saatlerinde çaktırmadan şiir okursun. N’olcak ki, bırak patronlar seni kovsun!/ Burada bir tutam sabır var. Kendiminkinden kopardım bir parça, (bende çok boldur) lazım oldukça ya sabır ya sabır, dokunursun./ Burada güzel çaylar var. Bu aralar senin için çok önemli. Bitki çayları, kış çayları, şuruplar, kompostolar. Demlersin, maksat midene dostluk olsun./ Şuraya Youtube’dan müzikler, Bach dinle filan, koydum. Ama müzik konusunda sen benden daha iyisin, koklayıp buluyorsun./ Buraya bir silkinti otu koydum. Kırk dert bir arada canına yandığım, kırkına birden deva olsun…"(Kargo/Birhan Keskin)

“Duyguyu” soyut kavramlar arasında sayarlar, yalandır, inanmayınız. Simyacının herhangi bir metali altına dönüştürme çabası sonuçsuz kalmış olsa da, iyi şiir; ruhun sözüdür ve hissi açığa çıkarır, bazen akışkan, bazen kaskatı, yumru gibi somut bir maddeye dönüştürmeyi başarır. İçinizde hissedersiniz, içinizi göremeyen gözünüz, görmeye başlar, göz parlarken de kararırken de, pınarlarını doldurabilir. Şimdi, pınarlardan taşıp yanağınızdan süzülene de soyuttur diyebilir misiniz?

Tart hamurunu pişirmeden önce çatalla delik deşik edersiniz, pişerken kabarmasın diye. İyi şiir de kalbinizi delik deşik ederken, deliklerin etrafını kabartır, çatlatır, kanatır, engel olamazsınız. Ya da tam tersi; yeniden mutlandırır, iyileştirir, umutlandırır. Bir şiiri söylediğinizde, içinizde bir çocuk, sevincinden, acısından, hasretinden, öfkesinden ya da bu duyguların tümüyle aynı anda koşmaya başlar, uçuruma doğru çılgınca bir koşudur bu. Tüm duyguların en koyu, en derişik halidir şiir.

Birhan Keskin’in çok sevdiğim bir şiirini daha paylaşmak istiyorum sizlerle;

“Çöle bütün iyi niyetimle girmiştim. Çöle bütün iyi niyetimle ve aptalca girmiştim. İhanetin sarı ve sonsuz olduğunu çok sonra öğrendim./ Dışarıda aşklar ve anılar bıraktım içerde adımlarım kısa bakışlarım uzak kaldı. Oysa ben soğuk ve sisli sokakta kol kola bıraktım. Kırık havaları nasıl sevdimdi, sizinle tekrar karşılaşsam ölürüm gibiydi, oysa her şey paranoya ve şizofreniydi. Olmayacak geri dönüşleri, ayinleri size bıraktım./ Yüzümü ve anılarımı çıkaracak kadar güneşi yoktu yazların. Ben sizi nasıl da ağır, nazlı ve dur bakalım sevdiydim. Ben sizi sahrada yağmurları bekler gibi beklemedi miydim. Bir gülün soluklanma vaktiydi, sonsuzdu, pembeydi. Cam üstüne cam, oradaydım. Beceriksizliğin kumral ve geçici mevsimleriydi, Ben size görkemli ne varsa hepsini bıraktım ve kendi göğsünde büyüdüydü çocukluğum./ Yüzümü yok edecek aynayı buldunuz sonunda avutun beni, çoğaltın beni, sırrınız oldum. Hep bir şiirin sonu gibi konuştum, her dize başka bir şiirden geldi, en son yanıtı buldum./ Oysa çocuktum, gün gümüştü, sahra sarıydı, belgesel bir aşktı, her şeyden benzim uçtuydu. Çocuktum şaşkınlığımdan guatrımı yuttuydum, olurdu böyle şeyler, avuttunuzdu beni nerenize yerleştim./ Yüzümü ve anılarımı çıkaracak kadar güneş yoktu yazların. Ağır ve nazlı, ben sizi develer tellal değilken de sevdiydim./ Var ettinizdi beni hem de yok ettinizdi, bense bir çocuğun rüyasındaki kartopu kadar gerçek olmak mı istedim. Şimdi durdurun beni, indirin beni tesellimden ey ruhum sen yola çık, ben aklımı eski bahçeye gömeceğim. bu yaylım ateşlerinde yıkanıp sana döneceğim.”

Bir adanın, bir denizin, bir fotoğrafın sizde uyandırdığı duygularla baş edemediğinizde şiire sığınırsınız, şiir size hep arka çıkar, şiir hep sizin tarafınızı tutar. Anlatmaya sözünüz yetmediğinde, söz şiir olur gelir sizi bu dertten kurtarır. Bazen okuduğunuz bir yazıda geçen, tek bir cümle şiir olur, içinize yürür; “o mavi kime ait şimdi?..”