Fırsat buldukça Resmi Gazete’ye bakarım. Tanımasam da kim atanmış kim görevden alınmış bakarım. En çok iki satırdır. Falan yerdeki filan görevden alınmıştır. Nokta. İşte bu kadar. Tabi bunlar, üst katta olanlar. Geldikleri gibi giderler. Ama alttaki memur takımı birçok deyimin mucidi olmuştur:

Sık sık bir yerden bir yere göndermek ya da atamak, yerine “Dama taşı gibi oynatıyor,” derler. Kimseye aldırış etmeden bildiği ve istediği gibi davrananlara “istediği gibi at oynatmakta” diyeniniz vardır. Son günlerde dudaklarımı sıkıp, başımı aşağı yukarı kımıldatırken "Meydan bunlara kaldı, istedikleri gibi at oynatıyorlar," dediğim çok olmuştur. Birine her istediğini yaptırarak, onu kukla gibi oynatanlara, “parmağında oynatmak” deyimini kullanırlar. Ama dünkü yazımın sonundaki tavsiyeme uymayıp, aklınızı oynatırsanız, delirdiniz anlamına gelir.

Kaldı ki Kafkas halkı, benim gibi kendi söylediğine gülene de deli diyorlar. Vah ki, vah. Bana  kanarsanız siz de delisiniz.

Sevgili dostlar derler ki, “sen bir garip çingenesin, nene gerek gümüş zurna?” Ayının bildiği kırk türkü varmış, kırkı da ahlat (armut) üzerine. Ondan bundan sözümüz olsun ama, şiirde de gözümüz olsun. Gülten Akın’ın şiirinin adı, “Deli Kızın Türküsü”

 “Sana büyük caddelerin birinde rastlasam

Elimi uzatsam tutsam götürsem

Gözlerine baksam gözlerine konuşmasak

Anlasan

Elimi uzatsam tutamasam

Olanca sevgimi yalnızlığımı

Düşünsem hayır düşünmesem

Senin hiç haberin olmasa

Senin hiç haberin olmaz ki

Başlar biter kendi kendine o türkü

 

Yağmur yağar akasyalar ıslanır

Bulutlar uçuşur geceleyin

Ben yağmura deli buluta deli

Bir büyük oyun yaşamak dediğin

Beni ya sevmeli ya öldürmeli

 

Yitirmeli büyük yolların birinde ne varsa

Böcekler gibi başlamalı yeniden

Bu Allahsız bu yağmur işlemez karanlıkta

Yan garipliğine yürek yan

Gitti giden…”

Yıllar yıllar önceydi. Bir etkinlik için Aşık Veysel’in köyü Sivrialan gitmiştim. Ben ilk kez orada ilkokul öğrencilerinin gösterilerini izlerken den duymuş ve temsili oyunlarını seyretmiştim:

“Deli kız sinin geliyor

Sinide neler geliyor

Ayağan papuç geliyor

Hani ya neden gelmedi

Geldi de geri döndüler

Ne kusurumu buldular

Ayağan topal dediler

Kurbanız olim bir bakın

Heyranız olim bir bakın

Hani ya bunun topalı?...”

"Beline kambur dediler, Koluna çolak dediler, Gözüne şaşı dediler" diye taklitlerle devam ediyordu.

Şimdi gelelim Elazığlıların “Gerçektir!” diye ısrarla anlattıkları hikâyeye:

1960'lı yıllar! Elazığ Akıl hastahanesinden personelin bir ihmali sonucu bütün deliler kaçar, Elazığ’ın cadde ve sokaklarına dağılırlar. Toplam 423 deli kaçmıştır. Mülki makamlar panikler, Başhekime koşup "Doktor bey ne yapalım?" diye sorarlar.

O zamanın ünlü doktoru Mutemet Bey hastahanenin başhekimidir. Mutemet Bey : "Bana bir düdük verin ve arkama yapışarak gelin" der.

Doktor önde birkaç personeli arkasında Kara trencilik oynayarak bütün Elazığ’ı "çuf çuf" nidalarıyla dolaşırlar. Başhekimin tahmini tutmuştur, bütün deliler bu kuyruğa girer vagon olurlar. Lokomotif, yani başhekim Mutemet bey yönünü hastaneye çevirince tüm kaçan deliler hastaneye geri dönmüş olurlar.

Sorun çözüldüğü için Mülki makamlar ve doktorlar, trencilik oynayıp hastaneye döndükleri için de deliler hallerinden çok memnundur.

Ancak esas sorun akşam yoklama yapıldığı zaman ortaya çıkar; Hastaneye trencilik oynayarak gelenlerin sayısı 612 kişidir.!

Yukardan beri yazdığım şamatayı bir kenara bırakalım. Bilim adamlarına göre deliliğin iktidar ve düzenin oluşumuyla ilişkisi bulunuyormuş. Delilik sadece bir akıl hastalığı biçimi olarak ortaya çıkmaz, aynı zamanda iktidar için son derece işlevseldir. Modern toplumda “delilikle ilgili kurumsal düzenlemeler, disiplinsel bilgi ve tutumlar, beden ve güçleri üzerindeki denetimin bir parçasıdır.”