Aristo’nun Organon adlı mantık eserler dizisinde safsatadan söz edilir. İslam felsefesinde de derinlemesine anlatılır. İslam Ansiklopedisi’nin ilgili maddesinden alıntı yapıyorum: “Safsata, Yunanca sophisma kelimesinin Arapça’ya geçmiş şekli olup kişiyi sözle şüpheye düşürerek yanıltmaya, şaşırtmaya ve aldatmaya yönelik dil ve mantık cambazlığıdır. Vehimlere dayanan öncüllerin yanı sıra bazan doğruya benzeyen, fakat gerçekte doğru olmayan öncüllerden kurulduğu da görülür.” Öncül, bilimsel bir çalışma için işe başlanırken, araştırılması gerekli olmayan, doğru olduğu varsayılan önerme olarak tanımlanıyor. Safsatanın felsefi boyutunu bırakıp halk dilinde ne olduğunu yazayım: Boş, temelsiz, asılsız söz demek. İkna edici ve geçerli gibi görülebilen ancak yakından bakıldığı zaman kendilerini ele verebilen sahte argümanlar, olarak da biliniyor.
Dünkü yazımda eski Türk ve Hintlilerde depremin nasıl oluştuğuna ilişkin inanıştan söz ettim. Birkaç örnek daha vereyim:
Assam yöresine göre, dünyanın alt katmanlarında yaşayan insan ırkı, yukarıda biri var mı yok mu diye zaman zaman yeri sallarlar, bağırışlar duyunca, sallamayı bırakırlarmış.
Sibirya’da dünya kızak üzerinde olduğu için kızağı çeken köpekler kaşınınca dünya sallanırmış.
Meksika’da El Diablo isimli bir canavar, dünya üzerinde dev yarıklar açıyormuş. Bu yarıklar şimdiki faylarmış. O ve şeytani arkadaşları yeryüzünü karıştırmak istedikleri zaman bu dev yarıkları kullanmaktaymış.
Mozambiklilere göre, dünya bir yaratık ve problemleri insanlarınki gibiymiş. Bazen yaratık ateşlenir ve üşürmüş, biz de titrediğini sanırmışız.
Belçikalılara göre, dünya üzerinde yaşayan insanlar günahkâr oldukları zaman, tanrı insanlara gezegenimizi çevreleyen havayı savurmak üzere kızgın bir melek gönderirmiş. Meydana gelen fırtınalar, depremler ceza içinmiş.
Depremin nedeninin günahkar insanlar olduğu bizde yüzyıllardan beri çok yaygın. Buna çok inanılmış da kimse, zarar gören günahsızların ne günahı vardı, sorusunu sormamış.
1730 Elazığ Harput doğumlu Ermeni halk şairi Minas Ceranyan 1813'te İstanbul'da öldü. 1766 depreminden sonra faciayı destanlaştıranlar arasında o da bulunuyordu.
Minas Ceranyan, destanında bir Müslüman gibi camilerden, müezzinlerden ve evliyalardan söz ediyordu. İstanbul'un böyle bir felakete uğramasının sebebi şehirde işlenen günahlardı.
Birkaç dörtlük alıntı yapıyorum:
“……
Günahlar zeminden ta arşa çıktı
Cenáb-ı Allah'ın gönlünü yıktı
Bir nazar eyledi, hışımla baktı
Dörtte biri viran oldu İstanbul
….
Çarşılar kapandı, evler boşandı
Meydanlar hep çadır ile döşendi
Herkes nasıl suçu varmış düşündü
Kem gözden kaygıya daldı İstanbul
Zira álem küfre, zináya düştü
Helál haram birbirine katıştı
Yalan ile yanlış hep hadden aştı
Ondan bu kazayı buldu İstanbul
Tokat’ın ilçelerinde yaşadığı sanılan ve asıl adı Bilal olan Âşık Firkati, 1939 Erzincan depremi için yazdığı için 52 kıtalık destanda, nedenleri toplumdaki ahlak çöküşüne bağlamıştı:
“……
Erzincan çukurdur havası ağır
Din kardeşlerimizi mevlâm sen kayır
Suçlu olanları suçsuzdan ayır
Birçok yerlerde böyle hal oldu
Milletde kalmadı hayâ yokdur kanaat
Artdı fitne fesad aranmıyor şeriat
Korkarım yetişür bir büyük âfât
Ahir işimiz pek yaman oldu
Sürerler safâyı bunca sefihler
Su yerine içerler nice hamirler
Fısk-ı fücûr ile doldu şehirler
Köylerde bile çok isyan oldu
Çekeriz dünyada cevr ile cefâ
Hiçbir kimseden umulmaz vefâ
Tabipler tabibi eylesin şifâ
Taraf-ı mevlâadan bir nişân oldu