Erzincanlı Hafız Salih’ten söz ettiğim ve “Canan aldı canımı” başlığını koyduğum yazının sonunda bugünün ip ucunun vermiştim.

Can Etili’nin okuduğu türkülerden biri beni yine hayal sarmalına götürürdü:

“Küstürdüm barışamam

Ayrıldım kavuşamam

Göz açtım seni gördüm

Yâd ile konuşamam”      

 Belki ben de henüz orta okul öğrencisiyken gözümü açmış onu görmüştüm. Ama o benim gördüğümü hiçbir zaman görmemişti.

Hayal düzmeyi bir yana bırakıp gerçeğe gelelim. Bu türkü Erzincanlı Hafız Şerif’ten alınmıştı. Hafız Şerif olarak ünlenmiş olan Şerif Tanındı 1902 yılında Erzincan'ın eski adıyla Vakıf Bırastik, yeni adıyla Çatalören köyünde doğdu.

Babasının adı Hafız Ebubekir, annesinin adı Zeliha'ydı.  Birinci Dünya Savaşı sırasında Erzincan Rus işgali altına girince köylerini terk etmek zorunda kalmışlardı. O zaman Şerif on iki yaşındaydı. Bu göç sırasında annesini yitirmişti.

Şerif, babasının izini sürerek on dört yaşında hafız oldu. Aynı yıl Sümbül Hanım'la evlendirildi.  Soğukoluk köyünde imamlık yapıyordu. Sesinin güzelliğiyle dikkat çekti. Kısa bir süre sonra Erzincan merkezindeki Ulu Cami'ye müezzin olarak atandı. Sonra İstanbul’a tayin edildi. Biri erkek, üçü kız, dört çocuğu olmuştur.  Halk gazinolarında türküler de söylüyordu. Ünü yayılmıştı. Gramofon aygıtıyla tanışmış etkilenmişti. İstanbul'da taş plak doldurup şehrine dönen sanatçılar, Anadolu'da fırtına gibi esiyorlardı. Diyarbakırlı Celal Güzelses, Zaralı Halil Söyler, Erzincanlı Şerif, Erzincanlı Salih, Malatyalı Fahri Kayahan, Urfalı Cemil Cankat, Urfalı Mukim Tahir, Urfalı Hamza ve daha niceleri... Her biri adlarının başında nereli olduklarını sıfat olarak ekliyorlardı.

1930’lu yıllardan itibaren Anadolu’da radyo ve gramofonlar yaygınlaşmaya başladı. Radyolardan ajans ve "yurttan sesler" dinleniyordu. Gramofon ise kahvehanelerde, evlerin balkonlarında, cumbalarında, eyvanlarda ses veriyor, dinleyenleri mest diyordu.

Şerif Tanındı’nın taş plakta seslendirdiği ve “Çıkar yücelerden yumak yuvarlar” sözleriyle başlayan türküsü de klasik Türk müziği parçalarını anımsatıyordu. Bu türkü Sadettin Kaynak’a ilham verecekti.

  “Çıkar yücelerden yumak yuvarlar

İner düz ovaya şahin kovalar

O yâr gitti ıssız kaldı ovalar

 

Değmeyin yavruma beyler ağalar

Yar bade doldurmuş elleri bir hoş

Yar uykudan kalkmış gözleri bir hoş

Leyli leyli leyli leyli

……..”

Hafız Şerif’in okuduğu eserlerin hangisi anonimdi, hangisi kendi özgün bestesiydi, birbirine karıştı. Besteleri özgün de olsa, ilk kez seslendiriliyor da olsa, yüzlerce yıllık türkülerden farksızdı. Zaman içinde Onlar da dilden dile, telden tele aktarıla aktarıla anonimleşti.

Anadolu’da ünlenen ses sanatçıların bazı yönleri efsaneleştirilmişti. Örneğin Celal Güzelses’in sesiyle kervan durduruşu ve bülbülleri ayağına getirişi, birçok sanatçının Atatürk ile karşılaşmaları dilden dile aktarılırdı.  “Erzincanlı Şerif” için de bunlara benzer rivayetler anlatılır.

Onlardan birine göre bir gün kapısını bir subay çalmış:

“Şerif Bey, siz benim aile mutluluğumu bozuyorsunuz!” demiş. Şerif Tanındı şaşırınca, nedenini anlatmış:

“Şu sabah ezanını öyle yanık okuyorsun ki, bizim hanım ne zaman sesini duysa yataktan kalkıp pencereye koşuyor. Her sabah böyle. Sana istediğin kadar para vereyim, git bu işi başka yerde yap.”

Kemal Karasüleymanoğlu’nun Erzincanlı Şerif Tanındı’dan derlediği bir türkü  şöyle başlıyordu:              

Ördek isen göle gel

Şahin isen kola gel

Hakikatli yar isen

El ettiğim yere gel.”

Yıldız türkülerinin Erzincan çeşitlemesi Şerif Tanındı’dan alınmıştı:

“Yıldız gidersin bir yana

Yolun uğrarsa Narman'a

Selam söyle nazlı yara

Mezarda garip sunama

Yıldız yıldız yıldız yıldız yıldız ey…”

Şerif Tanındı’nın yolu İstanbul’a düşse de doğup büyüdüğü topraklardan kopamamıştı. 1938’den sonra tekrar Erzincan’a döndü. Köylerde imamlık yaptı. Son görev yeri kendi köyü oldu. 1948 yılında hastalanıp vefat etti.