Sanıyordum ki, gönül telim metal yorgunu düşmüş, dizimin dermanı kesilmiş, gözümün feri yorgun düşmüş. Beni hayalden hayale, hülyadan hülyaya sürükleyen şiirlerimin imgeleri yorgun düşmüş. Önceleri, geçsin diye beklediğim, şimdileyin yavaş yürü diye yalvardığım yıllar yorgun düşmüş.

Geceler boyu yastığımı ıslatan soğuk terler, sızım sızım sızlayan kalbimin sesi yorgun düşmüş. Bir hata yok sözlerimde, bana “Yorgun mu Düşmüş,” diye sormayınız.

Yorgun mu düşmüş,

Rengi, zevki, neş'eyi dağıtmaktan

Yorgun mu düşmüş;

Düşürmekten gönüllere ilk aşk kıvılcımını,

Anımsatmaktan yürek sızılarının en anlamlısını?

Yorgun mu düşmüş;

Uhrevî kokusunu sunmaktan?

Gözümüzün feri, yüreğimizin aynası

Melankoli kaynağımız yorgun mu düşmüş?

Bir solgun yüze bürünmüş bahçemizdeki gül,

Hüznün maddeye dönüşü müdür gördüğümüz?

Uzaklarda sanıyorduk, apansız geldi eylül;

Belli ki gül yorgun değil.

Gönlümüze düşmüş güz!

Madde olarak, mana olarak yorgun düştüğümü inkâr edemem. Ama, yaz mevsiminin de yorgun düştüğünü bilmelisiniz:

Son güllere baktıkça deşilsin eski yaran,

Eylül bahçelerinden her geçişte beni an.

Yüklü dallar altında meyvalarla oyalan,

Eylül bahçelerinden her geçişte beni an.

Yukarıdaki dörtlük, Rıza Polat Akkoyunlu’nun. Çalışanlar farkına varmıştır. Artık güneşli sabahlarda uyanmıyoruz. Uyandıran zil, giderek koyulaşan loş bir ortamda çalmaya başladı. Günler kısalmaya geçti. Şimdi, bir başka anlam kazanıyor ve duygu yüklüyor Yahya Kemal’in “Eylül Sonu” şiiri:

Günler kısaldı... Kanlıca'nın ihtiyarları

Bir bir hatırlamakta geçen sonbaharları.

Yalnız bu semti sevmek için ömrümüz kısa...

Yazlar yavaşça bitmese, günler kısalmasa...

İçtik bu nâdir içki'yi yıllarca kanmadık...

Bir böyle zevke tek bir ömür yetmiyor, yazık!

Ölmek kaderde var, bize ürküntü vermiyor;

Lâkin vatandan ayrılışın ıztırâbı zor.

Hiç dönmemek ölüm gecesinden bu sâhile,

Bitmez bir özleyiştir, ölümden beter bile.

Kollarını açmış hazan mevsimi bizlere “gel gel!” diyor. Ne kadar ayak direyip, yaz günlerine sarılsak da sonbahar rüzgârlarının önünde savrulmamak elimizde değil.

En çok şiirin bahar ayları üzerine yazıldığını sanırsınız ama, eylül üzerine yazılanlar daha çok. Elden gidene karşı duyulan özlem, sonbahar yani “hazan”la birlikte şarkılaşan melankoli, yalnız Yahya Kemal’in değil, hemen hemen her şairin şiirlerinde kendini duyurmakta.

Hayatın her döneminin, yaşanılan her mevsimin kendine özgü güzellikleri var. Ama, sonbahar, şiirimizde hüzünle özdeşleşmiş. Mevsimlerin en şairane olmasının nedeni bu olsa gerek.

Elveda doyamadığım ve doyasıya yaşayamadığım yaz günleri. Günaydın hazan.

Geçmişte, hazanı, Antalya, Lara’daki TRT kampında karşıladığım yıllar oldu. Yaşadığım en anlamlı ve en güzel tatillerdi. Bir eylül sonu gecesi, Akdeniz’e karşı, oturduğum bankta dalgaların kavga sesinin sevişme ile sessizliğe dönüşünü düşlemiştim:

EYLÜL SONU

Eylül sonunun hüznünü yaşıyor Lara,

Akdeniz’in kapkara

Ufkuna düşmüş dolunayın şavkısı.

Gümüşî yakamoz titremekte;

Seviyle yüklü duygular gibi pır pır!

Bir yanda çırçır böcekleri,

Özlemlerin tükenmez serenadında,

Bir yanda dalgaların sesi:

Çır çır, çır çır; haşır hışır, haşır hışır!..

Kimbilir hangi sabırsız âşığın nefesi;

Gönül kıyılarına çarpan bu çılgın dalgalar?

Kuşkusuz ki doğacak yeni bir gün,

Kuşkusuz ki susacak çırçır böcekleri;

Kuşkusuz ki dinecek bu yürek ağrısı.

Haydi;

Aç gönül kapılarını Akdeniz gözlü yâr!

Öpsün kumsal tenini,

Köpük köpük hırçın sular,

Kadife okşayışıyla gayri ki;

Dalsın dingin uykusuna yorgun bedenleriniz,

Sabah, insanlar bakınca sahile:

Deniz sütliman” desinler.

(25 Eylül 2002 Antalya-Lara)

Sevgili dostlar yarın eylül ayının son gününde şiirlerin kanadında eylül bahçelerini gezerken, Ürgüp’te bağbozumundan bir ses duyuracağım.