Neşet Ertaş adeta yaşayan bir efsane olmuştu. Unesco tarafından yaşayan insan hazinesi kabul edilen Ertaş, 25 Nisan 2011 tarihinde İTÜ Devlet konservatuarı tarafından fahri doktora ödülüne layık görülmüştü.
O, müziğin özünü kavramış, hiç bir yapmacıklığa tevessül etmeden, olduğu gibi kendini, kendi özünü ve hissettiklerini saza, söze dökmüştü. Hiçbir zaman yapmacık davranışlara girmedi. Eğilip bükülmedi. Kendi özünü yaşadı, özünün duygularını saza söze döktü. Türküsü bağlamasına, bağlaması türküsüne yakışmış, içine yüreğini koymuştu.
Kavga dövüş taraftarı değildi. İnsanlar insanca anlaşsın, insanca konuşsun, insanca tanışsın ve birbirlerini sevsinler istiyordu:
“Gel sevelim sevileni seveni
Sevgisiz suratlar gülmüyor canım
Nice gördüm dizlerini döveni
Giden ömür geri gelmiyor canım
Özü gülmeyenin yüzü güler mi
Sevgisiz muhabbet Hakk'a değer mi
Seven insan kaşlarını eğer mi
Zorunan güzellik olmuyor canım
Sevgi haktır seven alır bu hakkı
İçi güler dıştan görünür farkı
Sevmeyene akmaz sevginin arkı
Boş lafla oluklar dolmuyor canım
Bir zaman aşıkken sen de sevmiştin
O anda dünyayı nasıl görmüştün
Sanki cennetin bağına girmiştin
Çokları bu hakkı bilmiyor canım
Aşkın ateşine yandım alıştım
Bu ateş içinde aşkla tanıştım
Doğru mu yanlış mı deyi danıştım
Sevgisiz hakka kul olmuyor canım
Sevenin içinde yanar ışıklar
Kaybolur karanlık tüm dolaşıklar
Garibim sevenler bunca aşıklar
Boş hayale boşa yelmiyor cenım ”
Neşet Ertaş, “İnsanı seven insan; Hakkı sever, bizde o Hakkın aşığıyız. Şüphesiz ki ölmez, yitmez, yemez, içmez, solmaz bir tek Allah' tır. Allah hepimizi eşit yaratmış. Haksızlık, cana gıyma, düşük görme olmasın. Allah'tan geldik Allah'a gideceğiz. Cehalete hatırlatabildimse mutluyum," demişti.
Neşet Ertaş, yöresel özellikleriyle donanmış bu müziği yöresinin dışına çıkardı, ülke genelinde ve hatta yurt dışında bilinmesini ve tanınmasını sağladı. O, Hacı Taşan, Çekiç Ali, babası Muharrem Usta ile Anadolu'daki en olgun seviyesine erişen Türkmen Abdal müzik birikiminin yeni bir yorumcusuydu.
Anasının verdiği çamaşır tokacına tel takarak saz çalan ‘bozkırın yanık sesi’, hepimizi türküleriyle ağlatırken, kendisinin kimsenin görmediği zamanlarda yalnızken ağladığını söylüyor, sesinin yanıklığını ise “Ana yemeğim bulgur pilavıdır, muhallebiyle büyüseydim o sesle ben nerede bağıracaadım?” diye açıklıyordu:
“Köylerde pencerenin önlerinde davul zurna çalarken bize de içeride misafirler saz çaldırırdı. Davulun, zurnanın gürültüsünde içeride bar bar bağıra bağıra, kara bağır olduk. Şükür, bulgur pilavıyla büyüdük de...”
Büyük konser önerilerine sıcak bakmıyordu. Nedeni olarak “Onca yıl garip vatandaşlarımın ekmeğini yedim, tekrar konser verip onların cebindeki ekmek paralarını alamam. Ama onlara televizyondan bedava konser veririm," diyordu.
Neşet Ertaş'ın sanatı hayatı ile hayatı sanatı ile o kadar içice ki, çalıp çığırdığı türkü ve bozlaklarında bütün bir hayat hikâyesini bulmak mümkün… Hayatına yakından baktığımızda da o içli türkülerin, acılı bozlakların nelerden nasıl doğduğunun ipuçlarını elde ederiz hemen.
Ertaş, 13 albüm çıkardı. Çok sayıdaki türküsü Barış Manço, Cem Karaca, Selda Bağcan, Zeki Müren, Kardeş Türküler gibi birçok ünlü isim ve grup tarafından da seslendirildi.. Son röportajlarından birinde:
“İnsan kendini bilinceye kadar cahildir, çok genç yaşlarımızda gereken sevgiyi bilinçli olarak veremiyoruz. Bu da doğanın, Allah’ın kanunu... O da hiçbir şey bilmeden bizi dünyaya getiriyor, ruhumuzla bizi baş başa bırakıyor, bir ömür veriyor. Bir deney içindeyiz. O deney içinde herkes hata yapabiliyor,” demişti,
Ertaş, 25 Eylül 2012’de İzmir’de tedavi gördüğü hastanede yalan dünyaya gözlerini yumdu. O artık Hakk’a yürüyen yolcuydu: Ruhu şad olsun.