Kemalettin Kamu “Ben gurbette değilim, gurbet benim içimde” derken Türk milletinin ruh derinliğindeki duyguları yansıtıyordu. Bir tarafta gurbet, diğer tarafta sıla, yurt, vatan ve sıladaki ana, baba, bacı kardaş ille de canana duyulan özlem vardı. Arada, kimi zaman ezim ezim ezen, kimi zaman sızım sızım sızlatan, kimi zaman  kor ateşlerde yakan, kimi zaman coşum cuşum coşturan, gözyaşlarıyla sulanan özlem duyguları ve yollar yollar vardı. O yollara karlı boranlı yüce dağlar, boz bulanık seller, coşkun ırmaklar set oluyordu.

Özlemi yalnız anaya, babaya, kardaşa, bacıya canana özge sanmayınız. Sivaslı Halk Ozanı Sefil Selimî’nin mektubuna bir göz atalım:

“Gurbette yaşamak zor ve ağırmış,

Varmak için can atıyom, çarem yok...

Vatanımdan dostlar beni çağırmış,

Sarmak için can atıyom, çarem yok...

Sapı döktüğümüz harman yerini,

Unluk yuduğumuz ardıç kürünü,

Bostanda karpuzla hıyar pürünü,

Görmek için can atıyom, çarem yok...

Tavukların su içtiği yalağı,

Mangır mangır mangırdayan balağı,

Çocukların belendiği beleği

Sermek için can atıyom, çarem yok...

……

Halamın gelinlik kına tasını

Abdest ibriğini namaz fesini

Dedemgilin çok vuruşan tosunu

Yormak için can atıyom çarem yok

 Gün aşmadan aşamıyom dağları

Sefil Selimî’yi bağlar bağları

Dişlerim tırnağımla dağları

Yarmak için can atıyom çarem yok

…….”

Gurbeti ya da sılayı bir köy, deniz, coğrafi herhangi bir toprak parçası olarak tanımaya çalışanlar yanılırlar. Gurbet beşiklik döneminden beri hep özlemli ninniler ve türkülerle büyüyen Türk insanının benliğindedir.

Gurbet de, sıla da anıların gamlı gamlı söyleştiği yerdir. Gurbet, öyle bir ruh derinliğidir ki, dağlar orada setler oluşturur, turnalar orada uçar, mor menekşeler orada açar.

Birkaç kilometre öteye gelin giden kız da gurbettedir. Çukurova'daki amele, kışladaki yağız Anadolu delikanlısı, yatılı okullardaki öğrenciler gurbette değil midir?

Kayserili özlem duygularıyla dolu bacı değil midir “Sılaya dönmeye yemin mi ettin” diye soran?

İşte bir Çorum türküsünün sözleri: “Şu uzun gecenin gecesi olsam, / Sılada bir evin bacası olsam / Dediler ki nazlı yarın pek hasta, / Başında okuyan hocası olsam...”

Bu da Erzurum'dan bir uzun havanın sözlerinden: “Dört yanımı gurbet sardı tel ilen, / Yaslı yaslı bayram yaptım el ilen…”

Bir Gaziantepli ozan, “Gine kısmet çekti gurbet ellere, acep nerden aşar yolumuz bizim?” diye sorarken halini dile getiriyor: “Yağmur yağar boran serper kar ilen / Günümüz geçmiyor ah u zar ilen / Kavuşmazsak gözü yaşlı yar ilen / Çok perişan olur halımız bizim.”

Folklorumuzda kavuşmak ya da vuslatın hem gerçeği, hem yalanı bir başka anlatımla sanalı var.

Ulaşmanın, kavuşmanın sanalı hayal dünyasında, turnaların ve türlü göçmen kuşların kanadındadır. Onlar, dağları, ovaları, nehirleri, deryaları aşacaklar, sılaya haber götürecek, haber getireceklerdir.  Sabah rüzgârı sılanın ve sıladakilerin kokusunu, selamını getirecek, gökteki ay ve yıldızlar ayna olup sılayı yansıtacaklardır.

Gerçek vuslata, taban teperek, at binerek, deve güderek, arabayla, yaylıyla, kağnıyla, kamyonla, otomobille, trenle ve de tayyare ile ulaşılmaktadır ki,  bunların hepsi geleneklerimizde, göreneklerimizde, inanışlarımızda türkülerimizde, destanlarımızda, manilerimizde, atasözlerimizde, deyimlerimizde, tekerlemelerimizde yer ve vücut bulmaktadır.