Argoca “Ne alaka?” diyebilirsiniz. Zaten alakası olsa sabah sabah dilime pelesenk olup çöreklenir mi?

Beddua etmiyorum. Zaten ben beddua etmeyi bilmem. Eğer beni kınarsanız, bu türkü sizin de dilinize pelesenk olsun da kurtuluşunuz olmasın:

“Havada turna sesi var canım

Yârimin finor fesi var canım

Yârimin finor fesi var

Salınıp gezmeye çok hevesi var canım

Salınıp gezmeye çok hevesi var canım

Sen kaldır çıtı pıtı kolların canım

Meze vermiyor elleri…..”

Sizden başka kimseye söylemem ki, bu türkünün dilime takılıp kaldığını. Yoksa el alem ne demez ki?  Kart horoza bak. Gözü kümes civcivinde. Çıtı pıtıymış kolları, meze verseymiş ağzına. Daha neler?

Dostlarım  Altınoluk’un Avcılar köyünün sahilindeki Fener yakınlarında otururum. Türkü dilime kement attı ama, havada turna sesi duyduğum yok. Her ağustos ortasında olduğu gibi, sabah derin bir nefes aldığımda bu günler havada sonbahar kokusunu duyumsadığım doğru.

Ağustos ayına ilişkin anlatacaklar çok. Son hafta ağustos zaferlerinden söz edeceğim.

Bizler eskiden tarım ve hayvancılıkla uğraşan, ürettiklerimiz kendimize yettiği gibi dünyaya satan bir ülkeydik. Şimdi buğdayı,  eti, sütü, mercimeği, fasulyeyi, soğanı, patatesi, elmayı, cevizi dışarıdan satın alan ülke olduk. Evet samanı bile ithal ediyoruz deyince kimi yerli ve milli hazretler, hamamın namusunu kurtarma telaşına düşüyorlar.

Evet. Ağustosun yarısı yaz, yarısı kış. Ata sözü böyle diyor. Ağustos’un ortalarına doğru günler kısaldıkça sıcaklar da azalır. Havalar soğumaya başlar…

Başına “ağustos” sözcüğünü getirip, türlü anlamlı cümleler üretebilirsiniz: Önü temmuz arkası eylül. Başı bahar sonu güz. Azı sefa çoğu cefa. Hasılı yukarıda yazdığım gibi özeti, on beşi yaz, on beşi kış…

Üretimimiz kendimize yettiği gibi dış dünyaya sattığımız dönemler, Ağustos’un yaz olan yarısında bizler niceydik?

Atalarımız demiş ki; ağustosta beynin kaynasın, kışın da tenceren kaynasın…  Konuyu daha kolaya indirgeyeceğim. Ama aynı minval üzre sözü sürdürürsem, “Ağustosta beyni kaynayanın, zemheride kazanı kaynar” ya da “Ağustosta gölge kovan, zemheride karnın ovar,” gibi iletisi aynı sözlere ulaşabilirim. Lütfen, mecazi olarak yorumlayın:

“Yazın sıcak günlerinde tarlada çalışan kişinin ambarı dolar, kışın soğuk günler geçim sıkıntısı çekmeden sefasını sürer.  Burada söz geldi ağustos böceğine.

Özü şöyle: Geleceğini düşünmeden çalışmayıp keyfe, zevke dalanlar da zaman ve ortam elden gittikten sonra aç, perişan ve pişman olur…

Sağda solda karıncaların yer altından çıkardığı öbek öbek toprak tepeciklerini ve gelişi güzel dolaşan ya da apartmanın onuncu kartında dolaşan karıncaları görünce, onların pek de zeki olduklarını sanmıyorum. Ama her tembelliğin karşısına bir karınca darbımeseli ortaya koyarlar ve derler ki: “Karıncadan ibret al, yazdan kışı karşılar.”  Demek isterler ki, karıncayla ağustos böceğinin durumunu örnek alınız. Çalışıp kazanabileceğiniz zamanı boş geçirmemeli, çalışamayacağınız günler için geçiminizi sağlayacak birikim edinmelisiniz.

Burada hınzır hınzır gülümsüyorum: Sanki, iş buldular, birikim yapabilecek geçim şartları oldu da!...

Ne de güzel kafiyeli sözlerimiz var. Birini yazayım ama, hangi kapıya çıktığını siz yorumlayanız:

“Yazın gölge hoş, kışın çuval boş…”

Hatırlayanlar kalmıştır. Eski hukukçularımızdan Sabri Tandoğan, TRT kanallarında sohbet konuşmaları yapardı. Bir konuşmasında şöyle diyordu:

“Bizim boşa geçirilecek bir günümüz dahi olmamalı. Her gün kendi kendimizi geçmeye, aşmaya gayret etmeliyiz. Hayatın her alanında çalışmak bizim için bir zevk, bir heyecan olmalı. Bir şair; “Sen yanmazsan, / Ben yanmazsam, / Biz yanmazsak, / Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa” diyordu. Yaşamanın, varoluşun güzelliğini, her gün kendi kendini aşmada bulanlar ne güzel insanlardır…..”

Tandoğan sanırım bu konuşmayı yaptığında TRT’de Nazım Hikmet adını kullanmaktan korkulduğu dönemdi. Dizeler “bir şairi”in değil, Nazım Hikmet’in “Kerem Gibi” adlı şiirinde geçmekteydi.