Roma ve Konstantinopolis Çekişmesi
Hiyerarşide ilk zamanlar Roma başta gelse de, İmparator Theodosius döneminde (4. Yüzyıl sonu) İstanbul ile Roma‘nın statüsü eşitlendi. Bu uzun vadede iki kilise arasında bir husumete neden oldu. Yükselen tansiyon, 1054 yılında Büyük Ayrılık (Great Schizm) ile patlak verdi. Konstantinopolis’teki Patrik ile Roma’daki Papa birbirlerini karşılıklı aforoz ettiler.
İstanbul’da Latin İşgali
Bu husumet, 1204‘te düzenlenen IV. Haçlı Seferi‘nde, Konstantinopolis’te vuku bulan Latin İstilası‘na da kapı araladı. Latinler bir dost gibi kapısına kadar geldikleri Bizans başkentini, hile ile ele geçirdiler ve yağmaladılar. Ne yazık ki, bu işgal dünyanın o dönemdeki en güzel şehri olan Konstantinopolis’i yerle bir etmiş ve enkaz haline getirmiştir.
Bizans’ın Çöküş Süreci
1261‘de geri alınan şehir, artık bir viranedir. Sultanahmet’te bulunan Büyük İmparatorluk Sarayı harabe haline gelmiş ve İmparatorlar son 200 yıl boyunca Balat yakınlarındaki Blachernae Sarayı‘nı kullanmışlardır. Fatih Sultan Mehmet‘in, bu dillere destan şehri beklediğinden çok daha kötü halde bulduğu için çok hüzünlendiği rivayet edilir.
Patrikhanenin Fetih Sonrası Yolculuğu
Ayasofya, 532-537 yılları arasında Bizans İmparatoru Justinian tarafından inşa edilmişti. Halkın ve imparatorların büyük bir önem atfettiği bu muhteşem yapı, Fatih Sultan Mehmet‘in kararıyla camiye çevrilince; Konstantinopolis Patrikliği’nin taşınması şart oldu. İlk olarak Havariyyun Kilisesi’ne geçtiler. Ancak orası bir süre sonra yıkıldı ve yerine Fatih Camii inşa edildi.
Bu sebeple, bu günlerde Ortadoks Başpiskopos Bartelamos’un başında olduğu, Patrikhane; birkaç kez yer değiştirmek zorunda kaldı. Patrikhane’nin bugün bulunduğu Fener semtinden önceki en uzun süreli durağı, bugün Fethiye Müzesi olarak bilinen Pammakaristos Manastırı idi. 1453 ile 1590 arasında birkaç kez adres değiştiren Patrikhane, son olarak bugünkü Fener semtinde konumlanan Aya Yorgi Kilisesi‘ne taşındı ve 400 yılı aşkın bir süredir de aynı yerde hizmet veriyor. İstanbulu ziyaret eden; yerli ve yabancı meraklı turistlerin gezip gördükleri yerlerin başında gelmektedir…
Sveti Stefan Bulgar Kilisesi
Demir Kilise olarak da bilinen Sveti Stefan Bulgar Kilisesi, Haliç’in mavi sularının kıyısında 1898 yılında ibadete açılmış şanlı bir geçmişe sahip ”Anıt-Kilise” özelliği taşıyor. Mimari özelliğiyle dünyada tek olan kilise, Bulgarların güven ve gurur vesilesidir.
Yanmış olan bir kilisenin yerine açılan Sveti Stefan, her şeyi demirden yapılmış olan bir kilise olması bakımından da önemli. Bu yüzden de yapı ”Demir Kilise” olarak anılıyor.
Dünyanın tek demir kilisesi olması bakımından mimari açıdan oldukça dikkat çeken kilisenin yapımında 500 tona yakın demir kullanılmış. 19. yüzyıla kadar kendilerinin ibadet edecekleri bir kiliseleri olmayan Bulgar cemaati, uzun yıllar boyunca Rum Ortodoks cemaatinin kiliselerine giderlermiş. Bulgar cemaatinden olan ”Stefanaki Bey”in kendisine ait olan arazisini bağışlaması ile ilk olarak ahşaptan yapılmış kilise, sonrasında bu kıyıların en gösterişli demir kilisesine dönüşerek, dünyada mimari bakımdan bir ilke imza atmış.
2018 yılında biten restorasyon sonrası açılan kiliseyi günümüzde ziyaret edebilirsiniz.
Küçük Mustafa Paşa Hamamı
II. Bayezit dönemi vezirlerinden olan ”Karamanlı Mustafa Paşa” tarafından 1470’li yıllarda yapıldığı tahmin edilen Küçük Mustafa Paşa Hamamı, bir kiliseden çevrilmiş olmasıyla da farklı bir hikayeyi barındırıyor. Hem erkekler hem de kadınlar için farklı bölümleri olan hamam, çifte hamam olarak günümüze kadar kullanılmış. İstanbul’daki hamamlarda görülmeyen dev kubbe yapısına sahip olması hamamın daha önceden bir ibadet yeri olarak kullanılmış olduğunu kanıtlıyor. Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte özelleştiren hamam 1995 yılına kadar kullanılmış, daha sonra talep az olduğundan dolayı kapatılmış. Son yıllarda yapılan geniş çaplı bir restorasyonun ardından yeniden hizmete giren hamam, Cibali’de Gül Camii ile karşılıklı bir konumda yer alıyor.
Devamı yarın…