Gelenek ve göreneklerimiz, toplumu toplum kılar. Bunu söyleyen ve böyle bilen ninelerimiz, dedelerimiz kalmadı. Bizim yaşta olanların bilgisi, onların sofra döküntüleri.
Diyelim ki nesli tükenen eski kuşaktan birini buldunuz, halk takvimindeki mart dokuzu için, güneşin Hamel burcuna girdiği ve gece gündüzün eşit olduğu zamandır, derler. Mart dokuzu, nevruzdur, baharın başlangıcıdır. İstanbul’un belli semtlerinden, Trakya’ya doğru giderseniz, bu tanımın içine paskalya günleri de girer.
Bir başka anlatımla, sayılı günlerin en önemlilerinden biri, eski takvime göre “Mart dokuzu” denilen, günümüz takviminde 21-22 Mart’a rastlayan bu günde, kış gitmemek için, bahar gelmek için kıran kırana kavga ederler ki, ülkemizin bazı yörelerinde hava sıcaklığı, gece sıfırın altında 20-25 dereceye kadar düşer. Don ve kar fırtınası olabilir, “Şıvgın” denilen sulu kar yağabilir. Kavganın rövanşı, dokuzar gün arayla üç kez yapılır. Bu günlerde hava çok soğuk olur; fırtına, belki de kar yağabilir. Her yıl olduğu gibi, yeni uyanan, çiçek açan ağaçları soğuk vurduğu haberlerini okur, dinlersiniz.
Demem o ki, önümüzdeki günlerde, havalar iyi giderken birden bozuldu, diye yakınmayınız. Biliniz ki, kış geri gelmedi, bu bir süreç. Hıdırellez’e kadar bu bir iyi, bir kötü havalara katlanacağız. Arada dokuzun dokuzunun dokuzu olan Nisanın 9’undan 19’ine kadar geçen değişimler var ki, sonu eski deyimle Abrıl Beşi’dir. “Kork abrılın beşinden, öküzü ayırır eşinden” dedikleri gün. O gün yaşayacağımız soğuktan sonra , kışın beli bükülür. Hasılı “Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır,” sözü boş değil.
Mart yağar, nisan övünür; nisan yağar, insan övünür, derler. Dahası var: “Nisan ayı deyince akla nisan yağmurları gelir. Nisan yağmurları o kadar bereketli yağmurlardır ki, damlaları tabiata canlılık, insana şifa verir.”
“Nisan yağar sap olur, mayıs yağar çeç olur,” diyenler, nisan yağmurları ekinlerin boy atmasına, mayıs yağmurları başakların dolgunlaşmasına yarar, demek istemişlerdir.
Attila İlhan bir şiirinde “Hoş gelmişsin evvel bahar, nisan ayı içinde dolanır dağlar,” diyordu.
Biz yine dönelim, Mart dokuzuna ve Sultan Nevruz’a. Geçtiğimiz yıllar içinde İstanbul gazetesi ve çeşitli yayın organlarında Nevruz’a ilişkin yazı dizileri yayınladım. Programlar yaptım. Folklor Penceresi kitabımda da önemli bir yer almıştı. Aynı bilgileri tekrar etmek yerine bugün sizleri Azerbaycan’a götüreceğim:
Nev-ruz, yeni-gün, yeni yılın başlangıcı bir halk şöleni veya milli bayram olarak kutlanan yerlerin başında Azerbaycan geliyor. Azerbaycan edebiyatının halk, âşık, klasik ve çağdaş şiiri içinde nevruz büyük ölçüde işlenmiş, nevruziyeler yazılmış.
Tebrizli Gatran, Şirvanlı Haganî, Genceli Nizamî, Nemetulla Kişverî, Şah İsmail Hatayî, Muhammed Fuzulî, Mehemmed Emanî, Rükneddin Mesud, Mesihî, Molla Veli Vidadî, Molla Penah Vagif, Seyid Ezim Şirvanlı, Mirze Elekber Sabîr, Abbas Sehhet gibi pek çok şairin nevruziyesi ünlüdür. Bunların içinde Ahmed Cevat, ülkemizde yakından bilinir. O “Çırpınırdın Karadeniz, / Bakıp Türk’ün bayrağına, / ‘Ah’ deyirdin, hiç ölmezdim, /Düşebilsem ayağına. ….,” mısraları ezbere bilinir.
Ahmed Cevat’ın nevruzu ve gelenek göreneklerini konu alan şiirleri var. Hepsinde ilk baharın gelişinin verdiği sevinç anlatılır. Bir bölümünü aktardığım şiirde nevruzda oynanan Köse oyunu anlatılıyor:
“Novruz çıkıp tahtına, / Güller düşüp bahtına. / Köse gelir gabağa, / Nazar salar tabağa… / Garı Nene gelerek, / Déyir gışı ötürdük! / Gédip yazı getirdik! ….”
Azerbaycan’da yaşlı kadınlara “Garı”, gabağ da önce, evvel anlamında söyleniyor.