Dün Yusuf'un ölmeden evvel Ruşen Ali'ye öğüt verdiğini yazmıştık. Yusuf, ruhunu teylim etmeden oğluna şunları söyledi:
"Bir yiğit de haykırıp meydana girse
Arka verip sığınacak yer gerek
Çamlıbel'de metin kale yapmaya
Kendi yiğit özü metin er gerek
Göğüs gerek arka vura dağlara
Hizmet edek bahçelere bağlara
Şöhret vermek için nice illere
Şimdi sana devlet gerek, sur gerek
Deli Yusuf tamamladı öğüdü
Sen tamam et yirmi bir bin yiğidi
Gözlerim görmüyor suçum ne idi
Koyma kıyamete burada al gerek
Ruşen Ali, babasının öğüdünü tuttu. Atına atladığı gibi dağlara çıktı. Kılıç kuşandı. Yolda rastladığı bir çobanın sazını aldı, terkisine astı. Kime rastlasa hayvanını durdurur, sazını eline alır, Bolu Beyinin zulmünü anlatırdı. Artık o Kör Yusuf'un oğlu Ruşen Ali değil, Âşık Köroğlu'ydu.
Köroğlu, yol kesiyor, haraç alıyor, haksızlıkların üstünü üstüne varıyordu. O eşkıyalık için değil, zulme karşı baş kaldırdığı için dağlardaydı. Çevresinde insanlar toplanmağa başlamıştı. İyi ve namuslu insanların sevgilisi haline gelmişti. Zalim Beyin de, baş düşmanı baş korkusu haline gelmekteydi.
Çevresinde toplanan, ona katılan yiğitlere "İncitmeyin fakiri fukarayı" diye öğüt veriyordu. Fakir halkın bozuk düzene karşı koruyuculuğunu üstüne almıştı.
Kendisine karşı gelen birlikleri püskürtecek kadar bir orduyu sahip olmuştu.
Bolu'nun karşısındaki Çamlıbel'de kendisine bir kale yaptırmıştı.
Köroğlu'nun ünü yayıldıkça yayılıyordu. Onun yiğitliğini mertliğini duyanlar akın akın çevresinde toplanıyordu. Kimileri onunla karşılaşıyor, dövüşüyor, bileğinin, zekasının gücüne tanık olup Köroğlu'na bağlanıyordu.
Köroğlu'nun sadık koçaklarının her biri yiğitlikte Köroğlu'dan geri kalmazlardı. Örneğin, Zor Ahmet Bezirgân, karşılaştığında Köroğlu'nu yenmişti. Hatta Köroğlu'na yardıma gelen Köroğlu'nun beylerini de alt edip bağlamıştı. Ancak Köroğlu zekâsıyla Zor Bezirgan'ı alt etmişti. Bezirgânı öldürmekten vazgeçmiş, arkadaşlarına "Zor Bezirgân bunun adı / Geldi Çamlıbel'in tadı / Yedi çift camız kuvveti / Vermiş Allah bilin beyler " diyerek övmüştü
Köroğlu'nun gücünden söz edilirken, Onun insanüstü bir güçle zincirleri kırdığı, bir yumrukta karşısındakinin kafasını boynuyla birlikte vücuduna gömdüğü anlatılmaktaydı. Köroğlu, toplantı ve kavga zamanı zamanında, kaşlarını çatar, bıyıklarını büker, kollarını çemrer , kılıcı kınından dört parmak dışarı çıkmış durur, pür heybet, söz söyleyenin sanki kellesini kesecekmiş gibi bir görünürdü.
Beş parmağın beşi de bir olmaz, derler. Her bey ve paşa Bolu Beyi gibi zulmetmeyi yaşama biçimi seçenlerden değildi. İçlerinde yiğidin hakkını veren helal süt emmişler de vardı. Köroğlu'nun kıratını koşturduğu beldelerin birinde böyle bir Bey vardı. Sarayı konuksuz, sofrası duasız kalmazdı. Köroğlu'na hayrandı. Bir süre sarayında konuk etti. Ona kızını verdi. Kırk gün kırk gece düğün derneğin ardından gerdeğe girdiler. Aradan günler, haftalar geçti.
Köroğlu Çamlıbel'i ve koçaklarını özlemişti. O saraylarda gününü gün edecek kişilerden değildi. Mazlumların, umutsuzların umudu olmalıydı. Eşi ile birlikte Çamlıbel'e gitmek için kayınbabasından izin istedi. Ama eşi Çamlıbel'e gitmem diye ayak diredi. Köroğlu'na:
"Çamlıbel'e bensiz gidersin" dedi. Arkasından da rahmine düşen candan başkasına babalık etmesin diye "Beni bırakıp dönersen, Allah sana evlat vermesin!" diye beddua etti. Bedduanın ne zaman, nerede tutacağı bilinmez. Bey'in sarayındaki at da Köroğlu'nun kıratından gebe kalmıştı.
Köroğlu bir oğlu olursa koluna taksın diye eşine bir pazubent vererek veda etti. Çamlıbel'e koç yiğitlerinin arasına döndü. Bey'in kızı sarayında duradursun, dokuz ay dokuz gün sonra Bey'in atıyla aynı günde doğura dursun, biz yarın haberi Bolu'dan verelim.
YARIN: İLLE MAVİLİ İLLE MAVİLİ