Davranışlarını kontrol edemeyen, ne yapacağını bilmeden çevresine saldıran kimselere "Büvelek tutmuş öküz gibi," demişiz.  Hımbıl ve tembel kişilere Haymana öküzü, diyorlar. Olmayacak bahaneler bularak işini yaptırma çabası içinde olanlara veya olmayacak bahaneler icat ederek birine suç yüklemeye çalışanlara Öküz altında buzağı arıyor, diye gelmişler. Öküz öldü, ortaklık bozuldu: Aradaki çıkar ilişkileri sona erince, yakınlık durumu da kalmadı, demek.

Öküzlerle ilgili atasözlerini ve deyimleri çoğaltabiliriz:

Öküz ölür gönü kalır, yiğit ölür adı kalır.
Öküze boynuzu yük değil.
Tarlanın taşlısı, kızın saçlısı, öküzün başlısı.
Yükün ağırını öküzün kocası çeker.
Düşen öküze bıçak çeken çok olur.
Martın dokuzu, salıver öküzü..
Baktın martın dokuzu, sal çayıra koca öküzü.
Öküz boyunduruğa bakar gibi bakmak

Sivas folklor edebiyatını oluşturan unsurlardan olan tekerlemeler içinde de öküz yer alıyor.  Birkaç örnek verebiliriz: "Ali Baba tin tin / Sakalına bindim / Çarşıya gittim / Elma aldım / Elma kurtlu / Üzüm verdim / Üzüm çöplü /  Eve geldim / Keşkek pişmiş / Öküz ipe düşmüş..." "Bekir Bekir ben var  / Şu derede nem var  /

Uzun uzun çam var  / Kısa kısa kol var  / Kırmızı öküze yem var  / Ben veremem sen ver ....." "On yirmi otuz  / Kırk elli atmış  / Yetmiş seksen  / Doksan yüz  / Dere tepe düz  / Ördek suda yüz  / Hangimiz öküz  / Tahta tahta ben var  / Uzun uzun şam var  / Kalk öküze yem ver  / Ben vermem sen ver ...."

Yine folklor edebiyatımızın bir başka unsuru olan halk bilmeceleri içinde de öküzlere görev düşmüş:

İğneye "Benim bir öküzüm var / Arkadan sürülür," demişler. "Bir öküzüm var / Bağlarsam gezer / Çözersem yatar" bilmecesinin cevabının çarık olduğunu sanırım biliyorsunuz.  Öküze binmiş kişiye de şöyle bilmece yapmışlar: " Altı ayaklı, iki elli, iki başlı / İki boynuzlu, bir kuyruklu  / Ayaan-Dayaan adlı bir ihtiyar" İşte biri daha: "Ata da binmez  / Öküze de binmez  / Kanatsız da, ayaksız da  / Ama her yere gider." Bunun yanıtı da rüzgarmış. "Sarı öküz yatar, / Kuyruğu yere batar." (Havuç). "Ağaca çıkar adam değil / Boynuzu var öküz değil / Yazı yazar kâtip değil" (Salyangoz)

Anadolu'da çoğu fıkralar Nasrettin Hoca'ya mal edilir. İçlerinde öküzlerle ilgili olanlar da var. Derler ki, Hoca yer altında bir ahır yapmak hevesine kapılmış. Toprağı kaza kaza her şeyden habersiz bir halde komşunun ahırına geçmiş. Bir sürü öküz görünce koşa koşa karısının yanına gitmiş.

"Hanım, hanım!" diye bağırmış. "Müjdemi isterim! Eski zamandan kalma bir ahır ve birçok öküz buldum."

Hocanın bahçesine bir öküz girmiş. Hoca sırığı kaptığı gibi öküze hücum etmiş, ama öküz de kaçıp başını kurtarmış. Fakat hoca bunu unutmamış.

Bir gün aynı öküzü bir arabada koşulu olarak görüp, sopasıyla vurmaya başlamış, öküzün sahibi arabanın üstünde şaşırmış:

"Hocam, öküzü durup dururken niye dövüyorsun?" demiş  Hoca:

"Senin neden haberin var be cahil!... O suçunu bilir," demiş.

Bugün artık öküzler yaşantımızda yok.  Sefil Selimi'nin doğduğu 1933 yılında Şarkışla'da kasaba dâhilinde at ve öküz arabalarından başka nakil vasıtası yoktu. Gün gelecek, o da geçmişi hatırlayıp  "hey gidi günler," diyecekti.

Beş liraya beş çift öküz alırdık,
On kaymeye gelin güvey olurduk.
Bir tek papel ile yazı bulurduk,
O fırsatı netmiş hey gidi günler.

Artık, geçmişe özlemin moda anlatımla nostaljinin kıskacındayız. Sefil selimi, geçmişi tatlı bir buruklukla özlüyor:

Köyde çift sürerken öküz koşardık.
Karnımız doyardı güler coşardık.
Yan yana can cana durur yaşardık,
Kimler geldi kapımızı kitletti.

Sefil Selimi, köyde çalışma güzelliğini anlattığı şiirinde öküzleri de unutmuyor:

Kağnıya koşarız çıtak öküzü,
Çalışır köylünün gelini kızı,
Ayranı doldurur rüzgârın tozu,
Tarlada kanışımız pek hoş oluyor.

Farklı illerde doğmuş olsalar da hayatının bir bölümünü Sivas'ta geçirmiş şairlerin şiirlerinde kağnı motifi bulunuyor. Onlardan biri Cahit Külebi'ydi. Hatırlayacaksınız:

"...Ne yıldızlar kaynaşır gökyüzünde. / Ne sevdayla dolar taşar gönüller, / Bir rüzgâr eser ki bıçak gibi / El ayak şişer. / Sivas yollarında geceleri / Ağır ağır kağnılar gider.   ..."

Talibi Coşkun'un boz öküzü, Fazıl Hüsnü Dağlarca'da Kocabaş'tı. O daha ulvi bir görevi yerine getirmek isterken dermansız kalmıştı. Okurken boğazımız düğüm düğüm oluyor:

"........

Kocabaş yığıldı çamura,
Büyüdü gözleri, büyüdü yürek kadar,
Örtüldü gözleri örtüldü hep.
Kalır mı Mustafa Kemal'in kağnısı, bacım,
Kocabaşın yerine koştu kendini Elifçik,
Yürüdü düşman üstüne, yüceden yüceden. ."

Vatanımızı saran kara bulutların dağılmasıyla cumhuriyet aydınlığına kavuşmanın coşkusu kuşkusuz bütün şairleri etkiledi. Kağnıyla ya da sırtta top mermisi taşıyanların görevi bitmiş, şairlerin görevi başlamıştı. Kahramanlıkları, yurt sevgisini ve bu ateşi yakan Mustafa Kemal'i şiirlerle ölümsüz kılmak bir şairin vatan borcuydu.