1972 yılında Kültür Bakanlığı Anıtkabir Senaryosu yarışması açmıştı. Yüzün üzerinde başvuru yapılmıştı. Ancak hiç biri değerli görülmemişti. Sonra böyle bir senaryoyu yazması Orhan Şaik Gökyay’dan istenmiş ve iki aylık süre verilmişti. Eser iki aylık süre içerisinde bitmişti. Bu bir İstiklâl Savaşı’nın destanı’ydı. Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkışıyla başlıyordu:
“Bir gemi açılır engine,
Bu tek gemi, bu küçük tekne
Bir yenilmez donanma heybetinde
Tek başına yarar Karadeniz'i...
İçinde bir asker var, bin asker gibi;
Bir kılıç var belinde, gücü bin kılıç...
Bir ordu gibi çıkar o tek asker
Samsun'a...”
İstiklal Savaşı'nın safhaları nesir-nazım olarak Anıtkabir Senaryosu 'nda dile getirilmiş ve Atatürk'ün Türk Milleti'ni yükseltmek ve medeni devletler arasında yerini almasını sağlamak amacıyla yaptığı inkılapları, Atatürk'ün sözlerini de kullanarak, şiirli bir anlatımla vermişti
Şairliği’nin yanında, Orhan Şaik Gökyay’ın edebiyatımızdaki ağırlıklı yeri makaleleri, incelemeleri, eleştirileri özellikle telif ve çeviri eserleriyle bilim adamlığı.
İlk makaleleri, sözünü ettiğim "Çağlayan" adlı dergide, "Aya Mektuplar" başlığı altında yayınlanmıştı. 1927 yılında, İstanbul Darülfünu'nun Edebiyat Fakültesi'ne girdiği ve hocaları Prof. Fuat Köprülü'den Türk Edebiyatı, Ali Ekrem Bolayır'dan Arap Edebiyatı, Ferit Kam'dan İran Edebiyatı, Zeki Velidi Togan'dan Türk Tarihi, İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu'dan Sosyoloji öğrendikten sonra, gittikçe coşan bir çağlayan olmuştu
İlk telif eseri, 1938 yılında basılan "Dede Korkut"tu. Kişiler, dil ve üslup, motifler, töreler, hikayelerden bugün hala yaşamakta olanlar gibi, sekiz bölümden oluşan eserin sonunda; devlet, kabile, kavim ve kişi adlarına yer verilmişti. Tamamı, metin çalışmaları ve araştırma olan ve edebiyatımızda çok önemli bir yer tutan bu eserle Orhan Şaik, "Dede Korkut'un torunu" unvanını almıştı.
Orhan Şaik Gökyay'ın "Dede Korkut"la birlikte, yine tamamı metin çalışmaları ve araştırma olan 20 eseri bulunuyor. Bunlardan biri, ilk defa 1944 yılında basılan, "Kabusname" adlı eseri. Emir Unsurü'I-Meali Keykavus'un 1082 yılında, oğlu Giylanşah için "Nasihat-name" türünde yazılmış bu eser, gerek dili, gerek toplumun değer yargılarını belirttnesi bakımından önem taşımakta.
Orhan Şaik Gökyay, Katip Çelebi'ye çok önem vermişti. Onu, düşünce sistemi açısından çağının çok ilerisinde, İslamî bilgilerle müspet bilimlerin sentezini sağlayan bir bilgin olarak görmüştü.
1957 yılında yayınladığı "Katip Çelebi" ile ilgili kitabını müteakip, onun eserleri üzerindeki çalışmalarına devam etmiş ve Tuhfetü'l-Kibar fi Esfari'l-Bihar ile Mizanü'l-Hakk fi ihtiyari'l-Ahakk adlı eserlerini bugünün Türkçe’si ile yayınlamıştı.Diyordu ki:
"Bir de eski kitaplarımızı, hiç olmazsa onların dili bakımından kötülemeye ve bu yolda genellemeler yapmaya alıştığımız için ben bu kitapta, bu soydan bir haksızlığın karşısına da çıkmak istiyorum. Eskisinin savunmasını yapıyor değilim, yalnızca dayanağı olmayan ulu-orta yargıların da yargılanması gerektiğini, bir bilene anlatmak istiyorum."
Orhan Şaik Gökyay 'ın diğer eserlerini de tek tek ele alıp, önsözleriyle birlikte açıklamak başka bir yazının konusu olabilir.
Orhan Şaik Gökyay 'ın eleştiri konusunda yayınlanmış çok değerli 2 eseri vardı. Bunlar, "Destursuz Bağa Girenler" ve "Düçentname". 1982 yılında yayınlanan "Destursuz Bağa Girenler"de 1936-1982 yılları arasında yazdığı 47 eleştiri yazısı yer alıyor.
Orhan Şaik Gökyay’ın sevgi ve hoşgörü alanında sınırsız olduğunu yakınları, örgecileri iyi bilirler. Ancak "Destursuz Bağa Girenler"e, girmekle kalmayıp hatasında ısrar edenlere karşı katıydı. Bu kişilerin yazılarındaki, konuşmalarındaki kendisini rahatsız eden her yanlışı, okuyucuya aktarmakla ve onun doğrusunu öğretmekle kendini görevli kılmıştı... Çok iyi bilmektedir ki, düzeltilmeyen yanlışlar, başka yanlışları doğuracaktı.
Türk kültürüne, gelenek, göreneklerine ve her türlü milli değerlerine karşı en küçük bir aşağılamaya tahammülü yoktu. Bunlarla adeta kedinin fare ile oynaması gibi oynar, alaya alır ve sonra belgeleriyle, örnekleriyle gerçekleri öğretirdi.