Rıza Beşer’le uzun yıllar ötesine giden anılar sarmalına kendimi kaptırdım. Hey gidi Rıza Hoca hey!
Rahatsızdı. Uzun süre yataktan çıkamamıştı. Beyin sağlam ama beden iflas etmişti. Onu böyle görmeye, konuşmaya dayanamıyordum. Ah keşke yalan söylemeyi becerebilseydim. Ona “İyileşeceksin,” diyebilseydim. İhmal etmenin ezikliği içindeyim.
Yirmi yıl önceydi. “Biyografik kitabını yazmak istiyorum,” dedim. “ Biliyorum o da çok istiyordu. Sevincini belli etmedi:
“Çıkarın ne olacak,” diye sordu.
“Rıza Beşer’e ilişkin bir kitap sahibi olmanın onurunu kazanacağım,” dedim. Sevindi. O sırada Acıbadem’de oturuyordum. Hem kütüphanem hem çalışma odam olan bölüme kapandım. Çalışmaya başladım. İşim rast geldi. Kaymak gibi bilgi ve belgelere ulaştım. Yayınevinden aldığım ilk nüshayı ulaştırdığımda şaşırmıştı. Kendisini anlatan böyle kapsamlı bir kitap çıkacağını ummuyordu.
Gençler yeterince Rıza Beşer’i tanımıyorlar. O, 1922 yılında Malatya’nın Arapgir ilçesinin Alhasuşağı köyünde doğdu. 1945 yılında Necatibey Öğretmen Okulu’nu bitirdikten sonra Türkiye’nin değişik şehirlerinde öğretmenlik yaptı. Bir süre de Milli Eğitim Bakanlığı’nda yöneticilikte ve müfettişlikte bulundu. 17 Temmuz Pazar günü Ataköy 5.Kısım Camii’nde öğle namazı sonrası kılınan cenaze namazının ardından Güngören Mezarlığı’nda toprağa verildi.
Rıza Beşer’in güzel sanatların her türüyle ilgilendi. Ama edebiyata ilgisi diğerlerinden çoktu. Yazı, hayatına düzyazı ile başladı.. İlk yazısı bir öyküydü, «Son Telgraf» gazetesinde yayımlamıştı. O zaman aynı gazetede yazan Mahmut Yesarî, öyküsü daha çıkmadan yazı yazmaktan vazgeçmesini, edebiyatın karın doyurmadığını, bir defa matbaa mürekkebi kokusu alanların cüzama tutulmuş gibi ondan kurtulamayacağını söylemişti.
İlk şiiri Nihat Sami Banarlı’nın etkisiyle, henüz on beş yaşındayken, «Yedigün» dergisinde çıktı. Şiirleri radyodan da okunmaya başlamıştı. 1946 yılında yabancı dilde yayınlanan Çığır’ın Bern November dergisinde şiirleri görülüyordu.
Yazdığı dergi ve gazeteler giderek çoğalıyordu: Yedigün, Servet-i Fünun, Varlık, Büyük Doğu, Yürüyüş, Göldağı, İktisadi Uyanış, Çınaraltı, Kaynak ve niceleri…
Rıza Beşer’in şiir yelpazesi geniş açılıydı. Lirik, didaktik, epik ve pastoral konularda şiirler yazmıştı. Bir başka anlatımla, duygu yüklü insan, doğa ve yurt sevgisiyle örülü şiirlerden öğreti şiirlerine kadar, milli duygularla dolu kahramanlık şiirlerinden hicivlere kadar hemen her konuda şiir örnekleri bulmak mümkündü.
Rıza Beşer teknik açıdan önceleri hece vezniyle ve ölçülü şiirler yazarken, daha sonra ölçüsüz serbest şiirler de yazmaya başlamıştı. Ancak, dizelerin ölçüsüz olmasına rağmen, bu şiirlerde de anlamla ahenk unsurlarının yerli yerindeydi. .
Onun bir dönem sembolizmden ve özellikle Ahmet Haşim’den etkilendiğini söyleyebilirim.
“Renk renk yosun ve ışık, / Neş’eden bin kırışık, / Sularında belirir. / Hayalin suda erir; / Baktıkça uzun uzun / Aynasına havuzun.” şiirinde olduğu gibi suda ışığın renkli yansımaları içinde eriyen hayal, bir Haşim edasıyla anlatılıyordu.
“..Seninle anlamlı bütün şarkılar, / Ve seninle güzel her uyanış. / Geceden örtmüş şehrin üstünü kar, / Şakaklarıma yağmış.
Sen bu karda çiçek açmış bahar dalısın, / Mutlu günleri benimle yaşanmış; / Benimle büyülü gençliğin, güzelliğin, / Daha solmamış. ...”
Onun şiirlerinde duyguyu düşünceden, düşünceyi duygudan ayrı bulamazsınız. Onun için Rıza Beşer’in şiiri kuru, yavan şiirler değildi:
“Seninle anlamlı bütün şarkılar,
Sofralar seninle çiçeksiz değil.
Her mevsim bahardır seninle gelen,
Öpersen açılır o sevdiğin gül.”
Rıza Beşer’de dizeler, duygu dünyasının karanlık pencerelerini aydınlatırken; şiiri müzikle kucaklaştırır. Şiir aşkın sesi olur. Sevgilinin gülüşünde ve sesinde “lirizm”i yakalar. Ruhu şad olsun.