Dünkü yazımda Sıdkî babanın ünlü devriyesini aktarırken Ali Ekber Çiçek’in yorumunu da hatırlatmıştım: “On dört yıl dolandım Pervanelikte / SIDKÎ ismim buldum divanelikte /  Sundular aşk meyin mestanelikte /  Kırkların ceminde dar'a düş oldum…”

Pervane’likteyken köyünden ayrıldığı; sazını omuzlayarak Hacıbektaş'ın yolunu tuttuğu anlaşılıyor. Hacıbektaş mı, Amasya’mı araştırmak gerek. Burada Şeyh Feyzullah Çelebi’nin dergahına giren aşık, Bektaşiliği kabul etti. Şeyhinin oğullarından Cemalettin ve Veliyüddin ile birlikte medrese eğitimi gördü. 

1879 yılında Şeyh Feyzullah Efendi ölünce, tekkesinin başına henüz 19 yaşındaki Cemalettin Çelebi geçmişti. Pervane’nin bağlılığı karşısında Cemalettin Çelebi, bir şiirinde:

"Sıdkı sadakatın unutmam Sıdkî, / Yevmil kıyamette unutmam Sıdkî:" diyerek, O'na Sıdkî mahlasını verdi. Pervane de bir şiirinde:

Cemalettin sultan dil-i şadıma

İrşad ile Sıdkı dedi adıma

 Hasılı yetirdin her muradıma

Ya rabbena şükür elhamdülillah”  diyerek bu olayı doğruladı. Bir başka şiirinde de teyit ediyor:

“Er ceminde agah oldum bu sırra

 Yüküm cevahirdir çözmem her yere

 On dört sene hizmet ettim bir pire

 Bu SIDKÎ mahlasın kazamdım yeter”

Sıdkî 1893 yılında, Çorum’un Alaca ilçesi İmad Hüyüğü köyünden Mehmed Dede Ocağı evlatlarından Ali Ağa’nın kızı Hatice ile evlendi. 

Evliliğinden kısa bir süre sonra taliplerinin köylerini dolaşırken, Merzifon’un Harız (Gümüştepe) köyünü beğendi. Eşiyle birlikte bu köye yerleşti. Sıdkî Baba’nın ilk evinin burada olması, nüfusunun bu köye kayıtlı olması, çocuklarının burada dünyaya gelmesi ve ömrünün kalan kısmını bu köyde tamamlaması nedeniyle Merzifonlu ve Harızlı diye kayıtlara geçtiği de oldu.

Rivayete göre bir süre, o zamanlar Şarkışla'ya, sonra Gemerek’e daha sonra Kayseri’ye bağlı olan Karaözü köyünde kaldı. Şarkışla’da bilinen köpekler ile ilgili bir destanında birkaç kıta aktarayım:

Bir cinsin demir olur yüreği,

Bir cinsi de bilmez kete çöreği,

Her gün yedirirsin yağlı böreği

Hiç terbiye kabul etmez dağ iti.

 

Bir cinsi var ki canlar yakar,

Yahşi yaman demez dişlerin takar

Bir cinsi var ki işmara bakar

Seğirdip dört nala gider hay iti.

Bir cinsi var ki bilmez şakayı

Değme şikar kurtaramaz yakayı

Boynuna taksan da altun tokayı

Beklemez sürüyü kaçar av iti.

Bir cinsi var ki dolanır güzün

Arayıp bekçiler bulamaz izin

Yediği üzümler kör eder gözün

Düşünce tuzağa ağlar bağ iti.

Sıdkı arif olup haddini tanı

Uğursuz şirretten sakla asanı

Verme fırsatını ısırır seni

Aman sakın azgın olur ev iti.

Bir anlatıya göre, Sıdkî Baba, Şeyhi Cemalettin Efendi ile birlikte 1915 yılında Birinci Dünya Savaşı'na katıldı. "Gönüllü Mücahidin Alayı"nı kurarak, devlet kuvvetlerine yardımcı olmak üzere Doğu cephesine gitti. Bu cephede bir yıla yakın savaştı.

Kahramanlar destur, gözler batında

Onlar makbul oldu Hakk’ın katında

Saf saf olup bir sancağın altında

Tekbir çekip durmamıza yakın mı?

Dört köşede gaip erleri gele

Doksan bin evliya. gaziler bile

Zalimler ağlıya mazlumlar güle

Kafirleri kırmamıza yakın mı?

 

Bir gün ola hep şehitler uyana,

Ol vakit seyredin dökülen kana

Kılınç çekip bir uğurdan meydana

Birer birer çıkmamıza yakın mı?

Sefil Sıdkî Hak rahmeti saçıla

Pirlerin elinden meyler içile

Bir gün ola meydan bize açıla

Ol günleri görmemize yakın mı?

Gönüllü alay Ruslarla çarpıştıktan sonra, personelin diğer alaylara dağıtılması kararlaştırılmış ve İstanbul’dan gelecek emri beklemek üzere Sivas'a çekilmişti.

Bir Sivas gezisi sırasında adı birçok olaya karışmış, İftiraya uğrayarak hapse düşmüştü. Sivas’ta ve Doğu Anadolu'da ele geçen şiirlerinin büyük bölümü Sivaslı Sıdkî diye kaydedilmişti. 19. yüzyılda Sivas’ta yaşamış bulunan ve asıl adı Yağcızade Ömer Sıdkî Efendi'nin şiirleri ile karıştırıldı.  Daha çok divan etkisiyle şiirler yazan Ömer Sıdkî Efendi ile Tarsus kökenli Sıdkî'nın şiirlerini birbirlerinden ayırmak çok da zor değildi.

Yarınki yazımda Sıdkî Baba’nın son günlerinden  söz edeceğim.