Çocukken dayak yediği için değil, ağladığı için dayak yiyenlerdendik. Okşaya okşaya dövmek beceri ister. Cenap Şahabettin, “Genellikle dayak atana kızar, dayak yiyene acırız. Bu ikisinden birinin yeri ne olsaydık, acaba hangisini kabul ederdik?” diye soruyor. Cevaplamayı boş veriniz. Fiziki dayak değil konum. Sözle, zekayla, tatlı tatlı küfürle ilgili yazacağım. Küfür deyip geçmeyin, küfür gönül yelpazesidir.

Babıali’de moda deyimle reytingi artırmak ilgi çekmek ve daha çok satış sağlamak için dergiler ve yazarlar arasında kalem kavgaları, küfürleşmeleri bitmezdi.

Türk edebiyatında ilk edebî tartışma, Tanzimat dönemi gazeteci ve yazarlarından Şinasi ile Sait Bey arasında çıkmıştı.  Recaizade Mahmut Ekrem ve Muallim Naci arasında "Zemzeme-Demdeme" kavgası yaşanmıştı. Ekrem ve Naci arasındaki bu kavga, "eski-yeni kavgası" olarak daha sonraki nesil tarafından da devam ettirilmişti.

Servet-i Fünûn döneminin en uzun ve önemli tartışması "Dekadanlık" üzerine olmuştu.  

Peyami Safa Milliyet gazetesinde Aziz Nesin için "Kızıl mikrop olur, genç ve saf okuyucuların beynine girer; cambazhane ibişi olur, soytarılık yoluyla propagandasına devam eder. Nihayet domuz olup mukaddes bölgelere saldırırken..." diye yazmıştı. Cevap gecikmedi:

"Terbiyesiz yazar Peyami Safa... Sen tarih öncesinden kalma salyangoz fosilisin. Sen yalnız nüfus sayımlarında insanlar arasında yer bulabilen yaratıksın."

Ahmet Haşim'in, tartışmaya girdiği Peyami Safa'ya söyledikleri de ağırdı. Kolu sakat olan Safa'ya şöyle demişti: "Kılıcından bahsederek dört tarafa saldıran bu Zaloğlu karikatürüne, bir çolağın nasıl kılıç kullandığım göstermesini istemekle işi kısa kesmek de kabildi. Fakat bu, her yeri tutmaz insan harabesine karşı maalesef lisandan başka hiçbir karşılık aracımız yoktur. Allah okura sabır versin!"

Nazım, Babıali tarihinin en kinayeli yazılarından birini Peyami Safa için yazmıştı:

"Dostlara şu tavsiyede bulunmayı bir vazife bilirim. Üç kişi bir yerde oturmuş konuşuyorsunuz... Mevzunuz havaların fena gittiğidir. Eğer karşıdan onun sökün ettiğini görürseniz susun! Peyami geliyor!

Necip Fazıl, Bedii Faik için şöyle diyordu:

"Bab-ı Ali'nin Babıadi cephesinde Dünya isimli, çöp tenekesi boyunda bir kulübeye sığınmış bir köpek vardır ve adı Bedii Faik'tir. Dökük kıllarının her kökünde uyuz kabartıları zıplaşan ve ruhundaki cerahat ağzından dökülen bu adi hayvan, fikir adına hiçbir mahalle itinin tenezzül etmeyeceği küfürlere kadar düşer. Bu mikrop kavanozu it, geçenlerde benim 'Kırmızı' isimli yazımı ele alıyor. Bab-ı Ali'nin Babıadi cephesi iti, unutmuş görünüyor ki, bu alemde topu topu yedi renk vardır... Bedii Faik'in suratından daha az kirli olan ve kendisine kefenlik etmeyi kabul etmeyecek kadar haysiyet sahibi bulunan adet bezi de kırmızıdır."

Bedii Faik bu yazı üzerine şöyle demişti:  

"Hangi sarhoşluk gecesinin sabahında peydahlandığı belli olmayan piç!"

Bedii Faik'in bir başka kalem kavgası klasiği ise Demokrat Parti'nin yayın organı Zafer gazetesinde çıkan bir yazıya verdiği cevaptı. Gazete, Faik'in yazdığı Dünya'yı kastederek "Biz artık o gazeteyi tuvalet kâğıdı olarak kullanmaya karar verdik" diyordu. Yazarın yanıtı kısa ve keskindi:

"Pek güzel! Bu durumda bir süre sonra kıçınız, başınızdan daha akıllı olacak demektir!"

Demokrat Parti taraftarı olan Yeni İstanbul gazetesi yazarları, gazete çıktığı günden itibaren Bedii Faik'e saldırıyor ama o inatla cevap vermiyordu. Bir süre sonra Yeni İstanbullular saldırılarının dozunu arttırdılar:

"Çamaşırlarını dahi İngiltere'den alır. Donları, gömlekleri, fanilaları İngiliz, markalı 45'lik küçük bey!"

Buna karşı Bedi Faik’in cevabı çok ağırdı ve bel altıydı:

"Okurlarım merak etmiş soruyor: 'Yeni İstanbul yazarları sizin çamaşırlarınızın markalarım nasıl ve nereden bilebiliyorlar?' Cevap vereyim: Mesele, karılarının gevezeliğinden ibarettir!"