1924 yılında “Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim” romanını yazmaktaydı. Pravda koleksiyonunu karıştırırken, bir piyesinin oynandığı haberini okudu.
Daha sonra, Nikolay Ek’le Moskova’da “Metla” (Çalı Süpürgesi) tiyatrosunu kurdu. Galiba ilk ve son tiyatro arteli buydu. Burada “Kabahat kimde?” diye bir piyesi oynandı. Nikolay Ek’le birlikte yazdığı “Kirpikçi” ve Kabahat Kimde adını taşıyan iki revü de oynanıyordu. İlk defa sinema ile tiyatro organik olarak bu revülerde birleşmişti. Dış sahneler revüde sinema ile sahne perdesine yansıtılmıştı.
Altı ay süren “Metla” serüveni, Nazım’da, “Kafatası” piyesine dayanan bir dram yazarlığı anlayışını kazandırmıştı. “Kapitalizmin son merhalesi emperyalizmi” büyük bir senaryo halinde işlemiş. “Ehram” adlı bir bale ve “Ayın Ondördü” adlı şiir-piyes yazmış, ancak oynanmamıştı. Ama bir çok parçalarını “Benerci Kendini Niçin Öldürdü?” isimli şiir - romanında kullanmıştı.
Moskova’ya döndükten sonra bir sürü piyes yazmış. “Sabahat”, İstasyon”, “Türkiye’de”, “Enayi” “İvan İvanoviç var mıydı, yok muydu?”, “İnek”, “İki inatçı”, “Tartüf - 59”, “Her şeye rağmen”, “Prag saatleri”, “Demokles’in kılıcı” ve başkaları.... Bunların çoğu oynanmamıştı.
1928-29 yıllarında, arkadaşları işkence görmüşlerdi, kendisi de İstanbul’da üzgün ve rahatsızdı. Muhsin Ertuğrul ziyaretine gelmiş ve bir oyun istemişti. Birkaç gün içinde bir oyun yetiştirmesi gerekiyordu. Aklına Moskova’da oynanmayan “Kafatası” piyesinin konusu geldi. Kısa sürede istenen oyunu yazdı. Ama ancak üç gün oynanmasına izin verilmişti. Bu oyun 1951 yılında Moskova Radyosunda birkaç kez temsil edilmişti.
Ertuğrul Muhsin, 1930’lu yıllarda iki piyesini daha sahnelemişti. “Bir Ölü Evi” ve “Unutulan Adam” “Bir Ölü Evi”nin konusu, klâsik burjuva miras dâvasıydı. Kafatası’nın akıbetine uğrar korkusuyla Nazım Hikmet’in adı yazılmamıştı. Ancak, dört gün oynanmıştı. Seyirci gelmemişti.
Muhsin Ertuğrul, ikinci oyunda Nazım Hikmet’in adını kullanmış. Baş rolü de kendisi oynamıştı. “Unutulan Adam”ın konusu kısaca şöyleydi: Genç bir asistanı olan ve genç bir kadınla evli, çok ünlü bir operatör, ününün ve burjuva ahlâk telâkkilerinin esiridir. Karısının kendisini asistanla aldattığını bildiği halde ses çıkarmaz. Dile düşmekten, ününü zedelemekten korkar. Kızı evli bir erkekten gebedir. Rezaleti önlemek için kızının çocuğunu kendisi düşürmeğe razı olur, kız ameliyat masasında ölür, profesör hapse düşer. Hapisten çıktığı zaman cemiyetçe unutulmuştur. Gideceği bir tek yer, unutulan adamların barınağı Sabahçı kahveleridir...
Nazım Hikmet, 1938’de başlayan hapis hayatında beş piyes yazmıştı: “Ferhat’la Şirin Yahut Bir Sevda Masalı”, “Yusuf’la Zeliha Yahut Yusuf ve Kardeşleri”, “İstasyon”, “Fitnat”, “Yerdepremi”. Bunlardan “Ferhat ve Şirin” Moskova’da, Pırag’da, Berlin’de ve daha bir kaç şehirde oynanmış. “Yusuf ve Kardeşleri” Çekoslovakya’da ve Demokratik Almanya’da oynanmış. Ayrıca , “Ferhat ve Şirin”den bir de film yapılmıştı. “Yerdepremi”yle “Fıtnat”ın müsveddeleri bile kalmamıştı.
Moskova’da 1962 yılı nisan-haziran aylarında yayınlanan anılarında, son derece alçak gönüllü davranıyor: “Ömrüm boyunca hep tiyatronun etkisi altında kaldım, ama üçüncü derecede bir dram yazarından daha yükseklere çıkamadım. Ama ne de olsa bu meselede kötümser değilim. İyi bir dram yazarı olabileceğimi umuyorum. Can çıkmadan umut çıkmıyor derler.” diye yazıyordu.
Nazım Hikmet'in çok güç koşullarda korunmuş, elden ele geçmiş, bazıları sağlığında basılamamış, bazıları özen gösterilmeden basılmış olan oyunları, son yıllarda gönüllü eleştirmenlerin çabalarıyla, içerde ve dışarda, derlenip toparlanarak yayınlanmaya çalışılmıştı. Ama diyebilirim ki ideolojik yaklaşım ve etkinliklerden kaynaklanan yanlışların, karışıklıkların, tutarsızlıkların önü alınamadı. Yarın Nazım’ın film dünyasına değineceğim.