Dün de yazdım: “Anne, baba sevgisini anlatan ve gelenek göreneklerimizde yaşayan pek çok atasözünü, fıkrayı, maniyi, türküyü, halk şiirini sıralamamız mümkün.”

Onlardan birini Sivas yöresinde anlatırlar:

Kış günü, genç bir adam, evinin damındaki karları kürüyormuş. Anası da oğlu üşür hasta olur diye kaygılanıyormuş. Sürekli : “Yoruldun, terledin, hasta olursun. Yeter artık aşağı in” diye çağırıyormuş. Oğlunu aşağıya indirmek için ne söylediyse para etmemiş.

Kadıncağız, bu kez, kundaktaki oğlunun oğlunu, yani torununu kucakladığı gibi karın üzerine bırakmış. Bunu gören adam, hemen aşağı inmiş. Çocuğunu kucaklamış. İşte o zaman babaanne; “Ben yanarım yavruma, yavrum da yanar yavrusuna” demiş.

Sözün özü şu manide toplanmış:

“Ana başa taç imiş / Her derde ilaç imiş / Bir evlât pir olsa da / Onlara muhtaç imiş.”

Geleneğimizdeki anne, baba sevgisinin nedenini anlatacak daha güzel ne olabilir? Rahmetli anneme duyduğum hislerimi anlatabilmek için şiiri aracı kılmıştım. Fırsat buldukça paylaşırım. Yine geldi sırası:

“Kuşkusuz,

Senin gibi beni de Tanrı’ydı yaratan.

Ama, sendin veren kanından kan,

Sendin, canından can! Bana..

Bir ana’nın sana verdiği can gibi, Ana...

Bir sabır bir sevgi, bir sabır bir sevgi

İlmik ilmik dokuduğun bendim onca zaman!

Uykusuz;

Ve karanlık gecelerine ışık bendim.

Çevresinde pervaneler gibi döndüğün

Bendim.

Emelin, umudun, dileğindim,

Bahtın bendim,

Okşadığın, can evinden kokladığın ben.

Kuşkusuz...

Acımı acın, derdimi derdin yaparak

Ağıtlar, türküler, niniler yakarak

Elvan elvan, dal dal, yaprak yaprak

Tırnağınla çapaladığın, gözyaşınla suladığın

Gülerken güldüğün, ağlarken ağladığın

Büyüttüğün, beslediğin, asker eylediğin;

Bendim ana, ben...

Gölgen, meyven, mürvetin olsun diye,

Vatanına, milletine himmetin olsun diye

Kuşkusuz..

Sendin özleyen,

Sendin yollarımı gözleyen;

Gurbet gurbet, yanım yanım, yana yana!

Geç farkettim değdiğini bin canana,

Senden özgesi, yalan ağlarmış

Geride bıraktığımız yıllar içinde terlikten çanak-çömlek, tencere-tava, cıncık-boncuk; ayakkabı-terlik satanlar da hayatlarından memnun olurlardı.   Etiketleri istedikleri gibi yükseltirlerdi. Kimimiz ucuz, kimimiz pahalı bir şeyleri alıp annelerimizi hatırlardık. Hoş annelerimiz bir güler yüzden başka bir şey beklemezlerdi. Ama çam sakıısı çoban armağanı misali gönüllerini kazanmaya çalışmaktan güzel ne olabilirdi ki. Ve birkaç cümleyi gözlerinden kalbine akıta akıta söyleyebilmek:

“  Benim için seninle geçirdiğim her gün güzel canım annem. Sen bana en zorlu anlarımda destek oldun, en yakın arkadaş, en yakın baba en yakın kardeş oldun. Her şeyimi sen karşıladın canım anneciğim ve iyi ki benim annemsin. Seni ne kadar sevdiğimi bahsetmeye gerek bile duymuyorum çünkü kelimeler yetersiz kalacaklar biliyorum. Seni her şeyden çok seviyorum!”

Annelerini kaybetmiş olanların içini kaplayan hüzünden söz etmeyeyim.

Biliyorum ki, yer yüzünde milyonlarca anne, anneliğin saltanatını bir gün bile olsun sürdüremeyecek... Sürdürme şansını bulanların da milyonları geride kalan üç yüz altmış dört günün sıradanlığını yaşamaya başlayacaklar.

Anne ile babalık duygularını birbirinden koparamazsınız.  Türk insanını bir baba gibi kanatlarının altına alan, onu iç ve dış baskılardan koruyan devlet; ancak “baba” olabilir. Bir baba evladından ne bekleyebilir ki? Sorunun yanıtını Ümit Yaşar veriyor:

Zirve seni bekliyor

Dağın kıymetini bil

Sanma ki yükselmek zor

Çağın kıymetini bil

Üşenme emek için

Mutluyum demek için

Üzümü yemek için

Bağın kıymetini bil

Yokluk göründüğü an

Çabuk yıkılır insan

Azı beğenmiyorsan

Çoğun kıymetini bil

Elin, ayağın, başın

Annenin, arkadaşın

Suyun, toprağın, taşın

Göğün kıymetini bil  

Oğlum benim, bir düşün

Değeri var mı dünün

Yarın çok geç ömrünün

Bugünün kıymetini bil.

Yarın annelik folkloruna küçük bir bakış atacağım.