Bugün ne yaşanıyorsa gelecek kuşaklara aktarılacak. Ne ki zorla yok edilmeye, derinlere gömülmeye çalışılır bütün o gömme çabaları, neyi yok etmeye uğraşıyorsanız ona hizmet eder. Ve yine ne ki insan doğasının değişmeyen evrensel özelliklerine aittir; o da asırlar geçse dahi güncelliğinden kaybetmez.
Tiyatrodan söz etmek istiyorum bugün, daha doğrusu tiyatronun bana düşündürdüklerinden. Aslında iki şey dönüp durdu dünden beri zihnimde. Zihnimdeki perde arkasından, sufle verir gibi fısıldayan sese kulak verip şu iki şeyden bahsetmeye çalışacağım dilimin döndüğünce.
Birincisinden başlıyorum; Bir eserin dünya çapında edebi bir yapıt olabilmesini, asırları aşıp bugüne ulaşmasını, bugün hala güncel olmasını sağlayan nedir sizce? Etkisinden hiçbir şey kaybetmeden, sararıp solmadan bu güne nasıl ulaşıyor? Bunu yapabilen eser, iki büyük gücüyle yapıyor bunu. Birincisi; Edebi eserler üretildikleri çağı muhakkak yansıtırlar. Kendi döneminin dünyasını derin estetik bir anlayışla gelecek kuşaklara aktarabiliyor mu? Daha doğru bir ifadeyle; kavratabiliyor mu? ikincisi ise; bir maddenin, başka bir şeyin karışmadığı en saf haliyle sunulması gibi, insanın asırlar geçse de hiç değişmeyen özünü, iyi ya da kötü katman katman her türlü alaşımıyla, ezcümle en özgün haliyle aktarabiliyor mu?
Bir dönem filmi ya da oyunu izlediğinizi ve çok beğendiğinizi var sayalım. Çok beğenmenize neden olan şey nedir? Konusu mu, oyunculukların çok başarılı olması mı? Bunlar da etkilidir elbette de sizde tesirini bırakan asıl şey, dönemi tüm gerçekliği ve doğallığıyla yansıtabilmesidir. Döneme ait bütün detayların estetik bir incelikle işlenebilmesi ve o detayı izleyenin gözüne sokmadan film içindeki hayata doğal bir gerçeklikle ekleyebilmesinde saklıdır sanırım. Misal; bir ateşin üstünde ekmekler kızarmaya bırakılıyor, kızaran ekmekler bir kandil ışığında, tahta sahanlardaki çorbaya eşlik edecek. Ekmeği eline alan, direk yemeye başlamıyor da bir bıçakla ekmeğin yanık yerlerini kazıyor önce. Bu minik detay o sahneye bir gerçeklik duygusu kazandırıyor. Detaylar ne kadar sanatçı derinliğiyle işlenirse, ortaya çıkan eser, o denli kült bir sanat yapıtına dönüşüyor, sanatın her dalında böyle değil mi? Resim, heykel, edebi sanatlar, mimarlık, müzik hepsinde bu böyle değil mi?
Yakın zamanda Shakespeare’in Macbeth’ini okudum. Shakespeare okumakta ne kadar geç kalmış olduğumu düşündüm ve geç kalışıma da üzüldüm açıkçası. Anlayamayacağımı düşünüp çekindim belki de. Ne de olsa bugün İngiliz dilinde kullanılan birçok sözcüğü bizzat yaratan Shakespeare’den söz ediyoruz. Benim okuduğum baskının çevirisi Sabahattin Eyüboğlu’na aitti. Sabahattin Eyüboğlu’nun çevirisine hayran kaldığımı söylemeliyim. Çeviri o kadar başarılı ki, eserin orijinalinin Türkçe olduğu hissini veriyor insana. Yaklaşık 2000 satırlık Bir oyun olan Macbeth Shakespeare’in trajedileri arasında en kısa olanıdır. Büyük olasılıkla 1606 yılında yazıldığı düşünülüyor. 500. yaşında yol alan bu oyunun ister kitabını okuyun, isterseniz bir tiyatro sahnesinde seyredin, düşündüreceği şu olacaktır; hiçbir şey değişmemiş, insan aynı insan, hırslarına yenik düşen insan geçmişte neyse bugün de aynı insan.
En başta söylediğim gibi, kendi çağını sanatın estetik ögelerini ustalıkla aktarıp, kavratabilen eser hem evrensel bir eser oluyor hem de; hiç değişmeyen insan benliğini, sanatçı aracılığıyla “içerden” görebilmenin yarattığı ürpertiyi hissettiren eser, ölümsüz bir eser oluyor.
Gelelim kendi tiyatromuza, yakın zamanda, sevdiğim bir arkadaşımın teklifiyle bir tiyatro oyununa gittim. Gittiğimiz oyun “Meçhul Paşa” adlı oyundu. Beklentimin çok üzerinde, çok güzel bir oyun seyrettim. Oyunculuklar, oyunun temposu, sahne, dekor, izleyende bıraktığı duygusal, düşünsel etki her bakımdan üst seviyedeydi. Kısaca oyunun konusundan da bahsedeyim; “Meçhul Paşa” tiyatro oyunu, Türkiye’nin ilk haftalık siyasi mizah gazetesi olan Marko Paşa’nın kuruluşunu ve serüvenini anlatmaktadır. Sabahattin Ali, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz ve Mustafa Mim Uykusuz’un birlikte çıkardıkları bu gazete, dönemin zorlu koşullarında toplam 77 sayı yayımlamış, bu süreçte 7 farklı isim, 8 sahip, 10 yazı işleri müdürü, 9 matbaa ve 10 adres değişikliği yaşamıştır. Gazete aleyhine açılan 16 dava sonucunda yazarları toplamda 8 yıl 2,5 ay hapis cezasına çarptırılmıştır. Oyun hakkında fazlasıyla yoruma ulaşabilirsiniz. Bana en güzel gelen yorumu, oyunculardan Erdem Akakçe yapıyor, oyunun duygusal etkisine vurgu yaparak; “Bu oyunda şöyle bir hissiyat gelişiyor ki büyüsü de galiba burada; bizler sahnede, sahne arkasında teknik ekip ve seyirci de koltuklarında ortak bir hatıraya selam çakıyoruz.”
Bu oyundan söz etmemin sebebini, yukarıda söylediğim bir tümceyi tekrarlayarak belirtmiş olayım; Ne ki zorla yok edilmeye, derinlere gömülmeye çalışılır bütün o gömme çabaları, neyi yok etmeye uğraşıyorsanız ona hizmet eder.
Sanatı susturmaya kimsenin gücü yetmez. Sanat hayatın bütün gerçekliklerini sanatçısı aracılığıyla sonsuza dek ifade etmeye devam edecektir.
Ülkemizde tiyatro oyunlarına ulaşabilmek gittikçe güçleşiyor. Devlet tiyatrolarının bilet fiyatları 115 TL’den 450 TL’ye çıkarıldı. Devlet tiyatroları halkındır. Tiyatro oyunları topluluklara oynanır, toplumu ve gençleri bilinçlendirir. Devlet, ülkedeki gençlerin gelişiminden sorumludur. Öğrencinin, dar gelirlinin bu olanaktan mahrum bırakılmaması gerekir. Umarım fiyatlar bir an evvel geriye çekilir.
Ünlü bir oyuncumuzun da dediği gibi; “Tiyatro bazen bir çağrıdır, bazen bir isyan. Sahne sadece bir alan değil, dünyanın yeniden yaratıldığı yerdir. Bir hayatı yeniden kurmak, bazen de o hayatı yerle bir etmektir. Tiyatro cesarettir. Tiyatro karşı koyuştur. Tiyatro nefestir. Tiyatro iyileştirir.”
Bırakın iyileşelim..