Bak işte yaklaşıyor fırtına
Bak yine yükseliyor dalgalar
Yollardan sonra
Yıllardan sonra
Şarkılar söylüyor çocuklar
Yollardan sonra
Yıllardan sonra
Yeniden yan yana onlar
Ne geçmiş tükendi
Ne yarınlar
Hayat yeniler bizleri
Geçse de yolumuz bozkırlardan
Denizlere çıkar sokaklar
Murathan Mungan’ın ‘Fırtına’ şiiriyle başlamak istedim bugün.
21 Mart Dünya Şiir Günü’ydü. Bugün ise Dünya Tiyatro Günü. Tiyatroyla ilgili söyleşimizi haftaya bırakalım, bugün, gelin birlikte şiirden söyleyelim.
Çarşaf büyüklüğünde sayfalarımız olsa, şiirden desenler yapsak, başından ayakucuna kadar dizsek şiirleri ama yok, yetmez elbette. Hiç tutamayacağımız bir ufuk çizgisi gibi, ucu bucağı yoktur şiirin, olmasın da. Bunu yazınca ‘Kelebeğin Rüyası’ adlı filmden bir sahneyi anımsadım. İki genç şair, odalarının duvarlarına yazıyorlardı şiirlerini, bütün duvarları son güçleriyle şiirle, ellerindeki tek şeyle dolduruyorlardı.
Daha önce başka yazılarda da şiirden söz edip, şiirler paylaşmış olabilirim. Bugün daha farklı hissediyorum. Her şiir, her havaya uymuyor. Şiiri, hava durumuna uygun giysiyi seçer gibi seçip okumak gerekiyor. Umuda başka, aşka, acıya, yurda, başka şiirler gerekiyor.. Fırtınalı bir havada yün bir atkıyı boynuna sarar gibi, bir yaz günü masmavi bir gökyüzünün altında ince, beyaz keten bir gömleğin efil efil uçuşması gibi, doğru havaya doğru şiirler gerek.
Edip Cansever’in upuzun bir şiirini yazmak isterdim bugün buraya, ‘Mendilimde Kan Sesleri’ni örneğin, ancak tamamı 100 dizedir bu şiirin. Tamamını paylaşmak mümkün olmayacaksa da birkaç dizeyi paylaşmak isterim;
Her yere yetişilir / Hiçbir şeye geç kalınmaz ama / Çocuğum beni bağışla /Ahmet Abi sen de bağışla
Boynu bükük duruyorsam eğer / İçimden öyle geldiği için değil / Ama hiç değil / Ah güzel Ahmet abim benim / İnsan yaşadığı yere benzer / O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer / Suyunda yüzen balığa / Toprağını iten çiçeğe / Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine / Konyanın beyaz / Antebin kırmızı düzlüğüne benzer / Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir / Denize benzer ki dalgalıdır bakışları /
…
Gülemiyorsun ya, gülmek / Bir halk gülüyorsa gülmektir / Ne kadar benziyoruz Türkiye'ye Ahmet Abi. /
…
Çocuklar doğururdu / Ve o çocukların dünyayı düzeltecek ellerini işlerdi bir dantel gibi / O çocuklar büyüyecek / O çocuklar büyüyecek / O çocuklar.. / Bilmezlikten gelme Ahmet Abi / Umudu dürt / Umutsuzluğu yatıştır
…
Onlar ki, hepsi / Bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler / Ah güzel Ahmet Abim benim /Gördün mü bak /Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar /Ve dağılmış pazar yerlerine memleket /
Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile / Gelse de / Öyle sürekli değil / Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün / O kadar çabuk / O kadar kısa / İşte o kadar. / Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar / Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar / Mendilimde kan sesleri…
Bu yazıyı buraya kadar okuduysanız, kim bilir belki bu şiirin tamamını açıp okumak istersiniz ve o vakit kalplerimiz de değmiş olur birbirine.
Son olarak kısacık bir şiir yazmak isterdim, Gülten Akın’dan;
Şiir bizim eski suç ortağımız
Biz ne işledikse onunla işledik…